TEK KUTUPLU SİSTEMDEN ÇOK KUTUPLU SİSTEME GEÇİŞ VE ÜÇÜNCÜ DÜNYA
İki kutuplu sistem 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle tek kutuplu bir dünya sistemine dönüştü. Amerikalı bilim adamı Francis Fukuyama’ya göre tarihin sonu gelmişti ve sağ-sol çatışmaları sona eriyordu. Yeni gelişmeler küresel barışa katkı sağlayacaktı.
Ancak, 1991’de Doğu Almanya’yı da içine katan NATO genişlemeye, yeni üyeleri yanına çekmeye devam etti. Amerika, Irak’a müdahale etti. Balkanlar ve Kafkaslar karıştı. Ortadoğu’yu da hesaba katarsak Türkiye üç yanından çevrili bir ateş çemberi içinde kaldı. 2001’den itibaren Amerika’da yönetimde olan Neo-Con’lar, Ortadoğu’yu sürekli karıştırdılar. 2003 Irak İşgaline Fransa ve Almanya karşı çıktı. Afganistan’ın ve Ortadoğu’nun karışması, Küresel Kuzey için yeni düşmanların ortaya çıkmasına neden oldu. Afrika’dan Asya’ya kadar aşırı Müslüman mezhepler, yeni düşmanlar olarak oluştu. Libya’ya müdahale edildi, Yugoslavya’ya, Birleşmiş Milletler kararı olmadan bombalandı.
Özetle Amerika 1945 yılında oluşturduğu barış getiren, hukukun üstünlüğüne dayanan ve ekonomik kalkınmayı sağlayan düzeni kendi eliyle yok etti. Oysa bu düzene, sistemdeki devletlerin çoğu rıza göstermişti. “Washington Consensus” (Washington Oydaşması) denilen bu yeni düzen serbest piyasa ekonomisine, karşılıklı bağlanmaya, bu yapıyı destekleyen demokrasi ve insan haklarına dayanıyordu. Soğuk savaş döneminden itibaren yaptığı askeri müdahalelerle kendi ekonomik düzenini yıpratmış olan Washington, başka bir müdahale yöntemi olan mali savaş (financial warfare) yöntemini benimsedi. Dünyada rezerv para olarak kullanılan doları ve para dolaşımını sağlayan swift sistemini diğer ülkeleri cezalandırmakta kullandı. Küreselleşme, gelişmiş ülkeleri zenginleştirirken gelişmekte olan ülkeleri fakirleştirmekteydi. Bu oluşumda gelişmekte olan ülkelerde, iç savaşlar ve bu çalkantılar nedeniyle oluşan göçler başladı. Özetle, Amerika tek kutuplu dönemi kendi iç siyasi yapılanmasındaki çarpıklıklar nedeniyle iyi kullanamadı.
Küresel Güneyin Doğuşu
Çin’in 1980’den itibaren ekonomide Batı modelini seçerek yükselişi ilk başlarda Amerika’yı rahatsız etmedi. Batı ekonomik modelini seçen devletlerin ilerde demokrasiye geçeceğine inanıyorlardı. Çin, Batılıların kurduğu her örgütte yer aldı, askeri yayılma ve harcamayı makul düzeyde tuttu. Asya’da gelişen başat bir ekonomi büyüme modeli, ilk olarak Japonya’da görüldü. Japonya, askeri harcamalarını minimumda tutmuştu. Daha sonra Çin, batılıların kurduğu her örgütte yer aldı, askeri yayılıma ve harcamalarını makul düzeyde tuttu. Çin’in yanında Brezilya, Hindistan gibi ülkeler de ekonomik olarak yükseldiler. 2000’li yılların başında Çin ve Asya ekonomileri ticaret, nüfus yoğunluğu ve üretim güçleriyle, kendi aralarında anlaşarak, Küresel Kuzeyin gücüne erişip onu geçmeye başladılar. Kısa bir dönem sonra Küresel Güney de örgütlenmeye başladı. BRICKS doğdu. Doların hakimiyetinden kurtulmak ve kendi paraları ile alışveriş yapmak için çaba gösterdiler. Şanghay Topluluğu doğdu ve güvenlik konusunda birlik oluşturmaya başladı. Bu birliktelikte, 1945’lerde olduğu gibi, kuralları kabul edilen ve uygulanması zorunlu bir sistem henüz gelişmedi. Kimse de Çin yeni bir sistem kursun demedi.
2024 Ağustos’unda yapılan Birleşmiş Milletler Toplantısı “Washington Consensus”ünün artık uluslararası düzeni sağlayamadığını açıkça gösterdi. Yeni bir uluslararası sistem yapılanması gerekiyordu. Ancak, Amerikan yönetimi izlediği politikalarla, kendi dışında yeni bir yapılanmanın olamayacağı konusunda bir tavır almış gözüküyor. Trump’ın “Amerika Bir Numara” politikası, Biden’in Ukrayna savaşını çıkarması, Nato’nun İşveç ve Finlandiya’yı içine alarak genişlemesi, Asya Pasifik’te Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Avustralya’yı kendi güvenlik sistemi içine alması, Tayvan üzerinden Çin’e baskı kurması, Amerika’nın hegemon politikalardan vazgeçmeyeceğini gösteriyor.
Ayrıca, Amerika kendi oluşturduğu “Washington Consensus”tan da pek memnun gözükmüyor. Daha önce öngördüğü birbirine bağımlı (dependency theory) ekonomik sistemden rahatsız olduğu görülüyor. Serbest ticaret modelinin uluslararası alana yayılmasıyla birlikte oluşan:
a) İklime bağlı olarak değiştirilmesi gereken enerji kaynakları belirsizliği
b) Avrupa’da tıbbi alet edevat tedarik zinciri sorunu,
c) Yarı İletkenleri
d) Kobalt, lityum, bakır, grafit gibi kritik önemdeki minerallerin ve bu mineralleri işleme teknolojisinin gelişmiş Güney ülkelerine geçmiş olmasından memnun değil. Ekonomilerin birbirine bağımlı olmasını, yukarda sayılan nedenleri ele geçirenlerin ekonomik ve jeopolitik üstünlük kuruyor olmalarını, bir tehdit olarak gördüklerini belirtiyorlar.
ABD Başkanı Biden’in ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan, “Yeni bir Washington Consensus” öneriyor. Jake Sullivan’a göre yeni Consensus (oydaşma), Küresel Gelişmiş Kuzeyin elinde olmalı. Şullivan’a göre, stratejik maddeler, kritik mineraller, yarı iletkenler endüstrisi, çip üretimi, arz zincirleri, gelişen endüstriler artık Amerika’nın elinde değil. Bu minerallerin, yeni teknolojilerin ve icatların G Küresel Kuzey tarafından geliştirilmesini ve dışarıya verilmemesini öneriyor. Devletçi bir kalkınma modeli izleyen Çin’le ticaretin sınırlandırılmasını ve Batı endüstrilerine devlet yatırımlarının yapılmasını öneriyor.
SONUÇ
Gelişmiş Küresel Güney ve Gelişmekte olan Küresel Güney
Gelişmekte olan Küresel Güneyi temsil eden Gana Başkanı Nukrumah Globsec, Küresel Güvenlik Forumunda ne doğuyu ne batıyı takip ediyoruz, ileriye bakıyoruz diyor. Oysa, Küresel Kuzey ya da Batı, Küresel Güney’in bakış açısını anlamıyor. Batı, Ukrayna sorununu bir egemenlik sorunu olarak görürken Küresel Güney ve gelişmekte olan kısmı, bu olayın etkilerini enerji sorunu, gıda fiyatlarının artması ve kamu borcu olarak görüyor.
Gelişmiş Küresel Güney arasındaki ticaret akışı ise Batı ve Güney arasındaki ticaret hacmini aşmış durumda. Gelişmiş Küresel Güney, Batı’nın teknolojilerine bağlı değil. Küresel Güney, yeşil endüstri devriminde karbonsuzlaştırmada anahtar oyuncular arasında. Ancak her iki tarafın gelişmişleri, gelişmekte olanlara yardım yaparak destek vermek zorunda; çünkü iklim değişikliği ortak bir sorun.
Batı’nın, Küresel Güney’in gelişmekte olan kısmına yapay zeka teknolojileri devretmesi ve teknolojik milliyetçilikten vazgeçmesi gerekiyor. Bu gibi sosyoekonomik sorunlar üzerinde çalışan bir düşünce kuruluşu olan Milken Enstitüsü iklim ve teknoloji ile ilgili sorunlarda çok taraflı kalkınma bankalarının kurulmasını ve Küresel Güney’in gelişmekte olanlarına yatırımların arttırılmasını öneriyor.
Sonuç olarak dünya nüfus yapısındaki değişiklikler, teknolojik yenilikler, iklim sorunları ve Küresel Kuzey’e yapılan göçler, uluslararası alanda ortak bir çaba gerektiriyor. Ayrıca, Küresel Güney de hızla silahlanıyor. Yeni adilce bir paylaşım, adaletli bir hukuk sistemi ve karşılıklı dayanışma olmayacaksa yeni silah sistemleri ile birlikte dünyayı çok zor zamanların beklediğini söyleyebiliriz.