DÜNYANIN ORTA UZUN VADELİ GELECEĞİNDE AMERİKA-ÇİN DENKLEMİ

Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki rekabet, günümüzün küresel dinamiklerini şekillendiren en önemli faktörlerden biridir. Özellikle ekonomik, nüfus ve askeri güçler açısından bu iki ülkenin karşılaştırılması, dünya genelindeki politik ve ticari dengeleri anlamak için kritik bir noktadır.

Amerika Birleşik Devletleri ve Çin arasındaki rekabet, günümüzün küresel dinamiklerini şekillendiren en önemli faktörlerden biridir. Özellikle ekonomik, nüfus ve askeri güçler açısından bu iki ülkenin karşılaştırılması, dünya genelindeki politik ve ticari dengeleri anlamak için kritik bir noktadır.

Çin’in Yükselişi

Tarihsel açıdan bakıldığında, Çin’de Mao Zedong'un 1976'da ölümü ile birlikte ülke, 1976-1978 yılları arasında bir geçiş ve kargaşa dönemine girmiştir. Ancak bu kargaşa dönemi, 1978 yılında iktidara gelen Deng Xiaoping döneminde başlatılan köklü reformlarla son bulmuştur. Bu reform hareketi, Çin’in kapalı ve merkeziyetçi bir ekonomiden, küresel ticaretin dev bir aktörü haline dönüşümünü başlatmıştır.

Bu dönemde ve sonrasında gerçekleştirilen reformlarla birlikte ekonomik gelişmeler devam etmiş, Çin’in dünya pazarlarındaki etkinliği giderek artmıştır. Özellikle 2000-2013 yılları arasında, küresel parasal genişleme ve Çin’in ucuz iş gücü piyasasının etkisiyle önemli bir ekonomik büyüme dönemi yaşanmıştır.

2013 yılında Xi Jinping’in devlet başkanı olarak göreve gelmesiyle birlikte Çin’in yükselişi daha da ivme kazanmıştır. Xi Jinping’in yönetiminde, ülkenin küresel arenadaki ekonomik ve politik etkisi hızla artmış, Çin yalnızca bir ticaret devi değil, aynı zamanda uluslararası dengelerde önemli bir güç olarak öne çıkmıştır. Bu süreç, Çin’in dünya denklemine hızlı ve güçlü bir şekilde dahil olmasını sağlamış ve ülkenin ekonomik kalkınma yolculuğunu zirveye taşımıştır.

ABD’nin Küresel Gücünün Zayıflaması

1980 yılından itibaren Amerika Birleşik Devletleri, Ronald Reagan ile başlayarak Joe Biden’a kadar uzanan yedi farklı başkanlık dönemi yaşamıştır. Soğuk Savaş’ın sonrası dönemde ABD, dünyada tek kutuplu bir süper güç olarak öne çıkmıştı. ABD bu dönemde gücünü dünyada geniş bir coğrafyaya yaymış ve küresel ticaret sistemini kendi çıkarlarına yönelik dizayn etmişti. Ancak 2008’li yıllardan sonra yaşanan mali krizler, içinden çıkamadığı askeri müdahaleler ve Çin ekonomisi başta olmak üzere yükselen diğer ekonomilerin oluşması, ABD’nin dünya ekonomi sisteminde tek başına olan yıkıcı etkisini sarsmıştır.

Ek olarak Çin öncülüğünde kurulan bölgesel ittifaklar ve işbirlikleri, Çin’in küresel ticarette etkinliğinin artmasına neden olurken ABD’nin etkisini azaltmaktadır. Bu durum, ABD’nin uluslararası sistemde baskın konumunu sorgulayan yeni güç dinamiklerinin ortaya çıkışına neden olmuştur. Böylece, çok kutuplu bir dünya düzenine geçiş hızlanmış ve ABD’nin küresel liderliği giderek daha fazla sarsılmıştır.

Çin-ABD Karşılaştırması

Bu bölümde, Çin ve ABD'yi nüfus, ekonomik göstergeler, savunma bütçesi ve askeri güçleri açısından karşılaştırmalı olarak analiz edeceğiz.

Nüfus ve Ekonomi Büyüklüğü

1980 yılı itibarıyla Çin’in nüfusu yaklaşık 981 milyon iken, ABD’nin nüfusu 226 milyon civarındaydı. Aradan geçen 43 yıl içerisinde bu fark benzer oranlarla devam etmiş olup, 2023 yılı itibarıyla Çin’in nüfusu 1,4 milyar, ABD’nin nüfusu ise 336 milyon olarak kaydedilmiştir.


 

Hem nüfus artış hızlarında hem de iki ülkenin nüfuslarının birbirine oranında ciddi bir değişim gözlenmemekle birlikte, dikkat çekici asıl gelişme gayrisafi milli hasıladaki (GSMH) büyüme hızlarında görülmektedir.

 


1980 yılında Çin’in GSMH’si 306 milyar dolar iken, 2023’te bu rakam 17 trilyon 680 milyar dolara ulaşmıştır. Çin ekonomisi yıllık ortalama %8, özellikle 2005 sonrası %10-11 oranında büyümüş ve yaklaşık 58 kat genişleyerek küresel ekonomide devasa bir dönüşüm yaratmıştır.

ABD ekonomisi de aynı dönemde büyüyerek, 1980’de 2 trilyon 860 milyar dolar olan GSMH’sini 2023’te 27 trilyon 360 milyar dolara çıkarmış, yaklaşık 10 kat artış göstermiştir. Ancak ABD'nin büyüme oranı Çin’in gerisinde kalmıştır.

Bu veriler, Çin’in son 40 yıl içinde kaydettiği olağanüstü büyümeyi ortaya koymakta ve 2023 itibarıyla onu ABD’den sonra dünyanın en büyük ikinci ekonomisi yapmaktadır.

Dış Ticaret Dengesi

1980’de Çin’in ihracatı, ABD’nin 280 milyar dolarlık ihracatına kıyasla yalnızca 18 milyar dolardı. Ancak ekonomi politikalarındaki dönüşümle Çin, ihracatta hızla büyüyerek 2023 itibarıyla 3 trilyon 380 milyar dolara ulaştı ve ABD’nin 3 trilyon 27 milyar dolarlık ihracatını 353 milyar dolar farkla geçti. Böylece Çin, küresel ticaretin en büyük aktörü haline gelerek ABD’yi geride bıraktı.

1980 yılında Çin’in ithalatı yaklaşık 20 milyar dolar seviyesindeyken, ABD'nin ithalatı 293 milyar dolara ulaşmıştı. 2023 yılı itibariyle Çin'in ithalat hacmi 2 trilyon 556 milyar dolara yükselirken, ABD'nin ithalatı 3 trilyon 825 milyar dolara ulaşarak, ABD’nin Çin'den daha fazla ithalat yaptığını görmekteyiz.


Bu verilere dayanarak yapılan dış ticaret dengesi analizi, ABD ve Çin'in ticaret ilişkileri açısından önemli bir tablo çizmektedir. ABD, 798 milyar dolar dış ticaret açığı ile karşı karşıya kalırken, aynı dönemde Çin, 824 milyar dolar dış ticaret fazlası elde etmektedir. Çin bu şekilde dış ticaret fazlası vermeye devam ederse yakın zamanda dünya finans piyasasını domine edecektir.

Ancak, Çin şu anda bir ticaret savaşı yerine kendi büyümesine odaklanmakta; birikimlerini büyük ölçüde kendi iç piyasasına ve yerli şirketlerine yönlendirerek ekonomisini desteklemekte ve bu kaynakları, Çin’e yatırım yapan firmalara kredi vermekte kullanmaktadır. Kuşak Yol Projesi dışındaki ülkelere finansal kredi vermek gibi bir stratejiyi şu an için benimsememektedir. Dış kredi vermek, uluslararası arenada özellikle gelişmekte olan G20 ülkelerinin siyasi etkilerini kendi lehine çevirmek amacıyla kullanılan bir araçtır. Bu açıdan, Çin’in mevcut stratejisi, küresel sahnede daha agresif bir oyuncu olmaktan ziyade, iç ekonomik büyümeye ve sanayi gelişimine odaklanmayı tercih ettiğini göstermektedir.

Eğer Çin, uluslararası arenada daha etkin bir rol üstlenme niyetinde olsaydı, Türkiye, Brezilya ve Meksika gibi gelişmekte olan ülkelerle ekonomik ve siyasi ilişkilerini güçlendirmek amacıyla dış kredi mekanizmasını kullanabilirdi. Bu tür bir strateji, Çin’e bu ülkeler üzerinde daha fazla nüfuz sağlamak ve uluslararası arenada daha etkin bir aktör haline gelmek için önemli bir fırsat sunabilirdi. Ancak, şu aşamada Çin, küresel siyasette doğrudan müdahil olma veya dış kredi vererek diğer ülkeler üzerinde ekonomik baskı kurma niyetinde görünmemektedir. Aksine, kaynaklarını iç ekonomisinin büyümesine yönlendirmektedir.

ABD’nin Çin’den İthal Ettiği Ürünler

ABD'nin Çin'den ithal ettiği ürünler incelendiğinde, ilk sırada cep telefonları, bilgisayarlar, tabletler gibi elektronik ürünlerin yer aldığı görülmektedir. ABD’nin Çin’den ithal ettiği ürünlere baktığımızda elektronik sektörü en büyük paya sahip olup, bu ürünler teknolojik gelişmelerin hızla tüketici talebine yansıdığı alanlar arasında bulunmaktadır. İkinci sırada makine ve makine aksamları gelmekte, bu da Çin'in sanayi üretiminde ne denli önemli bir tedarikçi olduğunu göstermektedir.


İthalat listesinde ayrıca oyuncaklar, tekstil ürünleri, kimyasal maddeler, metal ve plastik ürünleri, mobilya, ulaşım ekipmanları, ayakkabı ve şapka gibi tüketici malları da dikkat çekmektedir. Bu ürünler, Çin'in düşük maliyetli üretim yapısının bir yansıması olarak, ABD pazarında geniş bir yer bulmaktadır. Çin’in bu ürün gruplarındaki üretim kapasitesi, küresel tedarik zincirlerindeki hâkimiyetini pekiştirmekte ve ABD’nin tüketici talebini büyük ölçüde karşılamaktadır.

Sonuç olarak, Çin'in 2000'li yıllardaki ihracat stratejisinin değişmeye başladığı ve elektronik ile makine gibi katma değeri yüksek ürünlerin ihracatına da yöneldiği görülmektedir.

Savunma Bütçesi ve Askeri Güç

ABD ve Çin’in askeri harcamaları karşılaştırıldığında, iki ülkenin savunma bütçeleri ve dış politika yaklaşımları arasındaki farklar dikkat çekicidir. ABD, savunma harcamalarına yıllık olarak 1 trilyon 100 milyar dolarlık devasa bir bütçe ayırırken, Trump yönetimi döneminde bu bütçe 800 milyar dolara kadar daraltılmıştır. 2023 yılı itibarıyla ABD’nin savunma bütçesi yaklaşık 831 milyar dolar seviyesinde sabitlenmiştir. Bu bütçe, ABD’nin küresel askeri üstünlüğünü sürdürme ve stratejik çıkarlarını koruma çabasının bir yansımasıdır.


Çin ise savunma bütçesine yalnızca 227 milyar dolar ayırarak, ABD’ye kıyasla oldukça mütevazı bir harcama yapmaktadır. Bu durum, Çin’in dış politika yaklaşımıyla uyumludur. Çin, dünyada üstüne olmayan meselelerle müdahaleci bir tavır sergilemekten kaçınan, savaştan uzak durmaya çalışan ve önceliğini ekonomik büyümeye veren bir strateji izlemektedir. Bu dış politika felsefesi, Çin’in savunma bütçelerini nispeten düşük tutmasına olanak sağlamaktadır. Böylece Çin, savunma harcamalarında tasarruf yaparak elde ettiği mali kaynakları sanayi ve ekonomik büyümesine yönlendirme fırsatı bulmaktadır.

Ancak bu düşük bütçeye rağmen Çin, askeri altyapısını da ihmal etmemekte ve savunma sanayisini modernleştirmeye yönelik yatırımlar yapmaktadır. Bu yaklaşım, uzun vadede Çin'in hem ekonomik hem de askeri gücünü artırmayı amaçladığı, ancak bunu daha temkinli ve sürdürülebilir bir şekilde gerçekleştirdiği bir strateji olarak değerlendirilebilir.

Hava kuvvetleri açısından ABD’nin dünya genelinde belirgin bir üstünlüğe sahip olduğu görülmektedir. ABD, 13.209 uçağa sahipken, Çin'in envanterinde yalnızca 3.300 uçak bulunmaktadır. Bu sayı, ABD'nin yalnızca Çin değil, dünyadaki diğer tüm ülkeler karşısında ezici bir hava gücü avantajına sahip olduğunu göstermektedir. Öyle ki, Avrupa Birliği üyesi ülkeler toplam hava kuvvetleri kapasitesiyle dahi ABD’nin hava kuvvetleri kapasitesine ulaşamamaktadır.

Ayrıca, ABD'nin dış ülkelere satışını kısıtladığı, yalnızca özel durumlarda belirli müttefiklere sunduğu özel operasyon uçakları da mevcuttur. Örneğin, "Ağır ThunderBolt" olarak bilinen bir model, yalnızca İngiltere'ye verilmiştir. Benzer şekilde, F-22 Raptor gibi gelişmiş savaş uçakları da ABD tarafından hiçbir ülkeye satılmamakta, bu uçaklar yalnızca ABD envanterinde tutulmaktadır. Bu strateji, ABD’nin hava kuvvetlerinde rakipsiz bir üstünlük kurduğunu daha da belirginleştirmektedir.

Kara kuvvetleri açısından bakıldığında, Çin'in ABD'ye kıyasla başa baş bir durumda olduğu söylenebilir. Hem zırhlı birliklerin sayısı hem de toplam asker sayısı açısından Çin, ABD ile benzer bir seviyededir. Bununla birlikte, Çin’in kara kuvvetlerinde öne çıkan önemli bir avantajı, asker alma gücü olarak nitelendirilen nüfus büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Çin, geniş nüfusu ve askere alma kabiliyeti sayesinde ABD'ye göre önemli bir stratejik üstünlük sağlamaktadır. Ancak bu avantajın dışında, kara kuvvetleri bakımından her iki ülkenin askeri kapasitesinin genel anlamda eşit olduğunu ifade etmek mümkündür.

Deniz kuvvetleri açısından bakıldığında ise Çin’in ABD karşısında belirgin bir üstünlüğe sahip olduğu görülmektedir. Çin, envanterinde 730 askeri gemiye sahipken, ABD'nin deniz kuvvetleri filosu 472 gemi ile sınırlıdır. Bununla birlikte, uçak gemisi sayısında ABD, 11’e 2 üstünlük sağlamaktadır. Ancak son yıllarda gelişen askeri teknolojiler, uçak gemilerinin stratejik önemini yavaş yavaş azaltmaktadır. Dikey iniş-kalkış yapabilen uçakların ve insansız hava araçlarının (SİHA’ların) gelişmesiyle birlikte daha küçük, mobil ve hızlı gemiler ön plana çıkmaktadır.

Genel olarak değerlendirildiğinde, Çin kara ve deniz kuvvetlerinde üstünlük sağlarken, ABD ise hava gücünde baskın bir konuma sahiptir.

Çin Nereye Gidiyor

1980’li yıllardan itibaren Çin, piyasa odaklı reformlarla birlikte büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Bu dönemde Çin’in Gayri Safi Milli Hasılası’nda ve ihracatında müthiş bir artış yaşanmıştır. Başlangıçta düşük maliyetli, temel ürünlerle küresel pazara giren Çin, daha sonraki yıllarda üretim kalitesini artırarak küresel ticarette önemli bir oyuncu haline geldi. Bunlara ek olarak güçlü bir teknoloji geliştiren ülke olarak ortaya çıkmaya başladı.

Çin'in askeri gücü de ekonomik büyümesine paralel olarak artmıştır. Çin, modernizasyon ve kara ve deniz kuvvetlerine yatırım yaparak askeri varlığını güçlendirerek Asya-Pasifik bölgesinde önemli bir oyuncu haline gelmiştir. Bunu yaparken stratejik ortaklıklar kurmuş ve bölgesel nüfuzunu artırmış, Şangay İşbirliği Örgütü gibi kuruluşlar aracılığıyla bölgesel iş birliğine öncülük etmiştir. Çin, ekonomik, askeri ve diplomatik gücünü birleştirerek sadece Asya'da değil, küresel sahnede de önemli bir oyuncu haline gelmiştir.

Yeni Dünya Düzeninde ABD’nin Hedefi

Amerika Birleşik Devletleri'nin nihai hedefi, Çin'i kuşatmak olarak öne çıkmaktadır.


Bu strateji kapsamında Rusya'da Putin rejimini zayıflatıp, yerine Amerika ve Batı ile uyumlu bir yönetim kurmayı amaçlamaktadır. Aynı şekilde, İran meselesinde de İran'ı birkaç parçaya bölerek, Amerika yanlısı bir rejim oluşturmayı hedeflemektedir. Bu süreçte Türkiye’yi kaybetmemek için de çaba sarf etmektedir. Nihai hedef, Çin'i kuşatarak, son vuruşu gerçekleştirmektir. Bu nedenle, Amerika ve Çin'in bir gün mutlaka karşı karşıya geleceğini düşünüyorum. Eğer büyük bir çatışma veya Üçüncü Dünya Savaşı patlak verecekse, bu durumun bu denklemin içinden çıkacağını öngörüyorum.


img

TESAM Genel Başkanı

Dr.
İLYAS BOZKURT