İran’ın Yumuşak Güç ve Kamu Diplomasisi Politikası

Öncelikle yumuşak güç ve kamu diplomasisi kavramlarını açıklamak gerekirse yumuşak güç; bir etkileşim kurmak amacıyla kişi ya da topluluk üzerinde söz sahibi olma, hakimiyet kurma bağlamında değerlendirilebilecek, bunu yaparken de eylemsel müdahaleden kaçınarak yapılan güç kullanımıdır.

Kamu diplomasisi ise bir devlet yönetiminin, başka bir ülkenin vatandaşlarını politik, ideolojik olarak etkilemesi olarak değerlendirilebilir. İran örneğinde bu kullanımlara baktığımız zaman karşımıza İran’ın tarihsel ve siyasal süreçlerinin etkili olduğunu görmekteyiz. 

Bilhassa İran’da 1979 devriminden sonra ideolojik eksen kaymasıyla beraber etkileme yönündeki yönelim de rejimin istekleri doğrultusunda gerçekleşmiştir. İran devrimden sonra kamu diplomasi politikalarının usulleri ise “devrim ihracı” çerçevesinde oluşmuş ve bunun için yumuşak gücü aktif kullanmıştır. Yumuşak güç kullanımı önemli ölçüde kültür bakımından kendisini ön planda tutmuştur. Kültürün ise yayılış ve yönelişine baktığımız zaman bunun dil sayesinde gerçekleşmiş olduğunu görürüz. İran’ın çevre ülkelerine baktığımız zaman Farsçanın etkin olarak kullanılması ve dilin diğer dillerle mündemiç halini görürüz. Afganistan, Tacikistan, Özbekistan ve Basra Körfezi’nde yaygın olarak bu dil konuşulmaktadır.

İran’ın ideolojisiyle örtüşük biçimde olarak İslami devrimden sonra bu belirtilen yerlerde de İslam’ın başat unsur olması yumuşak güç ve kamu diplomasisi işini kolaylaştırmaktadır. İran’ın mezhep olarak bir ideolojiyi yürüttüğü açıktır. Bu ideoloji Şiilik üzerinden yürümektedir.

Öte taraftan İran’ın Fars milliyetçiliği kamu diplomasisinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu milliyetçilik unsuruyla başka devletlerde bulunan İran kökenli insanların bulundukları ülkelerde milliyetçilikle bir arada kalmaları ve faaliyetlerini gerçekleştirebilmeleri bakımından önem arz etmektedir. Yönlendirmeler bakımından bu unsurun güçlü olması öteki devletlerin yurttaşlarına karşı bir etkileşim unsuru sağlamaktadır. Bunun yanında istihbarat faaliyetleri önemli bir unsurdur. Bu faaliyetler sayesinde yapılan bilgi toplama ve kullanma İran’ın stratejisini belirlemede büyük bir payeye sahiptir. Özellikle Orta Doğu’da İsrail ve ABD unsurunun yer alması ve İsrail’e karşı İran’ın bir çevreleme politikası güttüğü görülmektedir. İran’ın İsrail’e karşı tutumu da özellikle Arap halkları nezdinde İran’ın popülerliğini artırmaktadır. Bunu yaparken bir İslam ülkesi olması ve mücadelede bu unsuru kullanması milliyetçilik haricinde İslam ülkelerinde İran’a karşı olan sempatiyi artırmaktadır. Mazlum halkların koruyucusu iddiasıyla İran, söz konusu ülkelerdeki özellikle Şii nüfusa etkisi oldukça yüksektir.

İran mehdi inancı ve velayeti fakih fikri ile bölge ülkelerde etkin olmaya çalışmaktadır. İslam inancında var olan, dünyada zulmü ve haksızlığı bitirip adaleti yeryüzüne hâkim kılacak bir kurtarıcı yani Mehdi’nin gelmesi düşüncesi Şii mezhebinde daha yoğun metaforlarla işlenmektedir. Ahir zamanda gelecek Mehdinin yerine o gelesiye değin vekalet edecek adil bir fakih veya yönetici olmasını savunan teori de velayeti fakihtir. Bu teori ile İran bölge ülkelerine nüfuz etmek istemektedir. İran diğer birçok İslam ülkesine nazaran güçlü bir konumda olması bu durumu perçinlemiştir. 

İran’ın yumuşak güç ve kamu diplomasisinde batı ve İsrail karşıtlığı yoğundur. Bunun sayesinde hem güçlü olduğunu göstermek hem de bu unsurlara desteği olanların karşısında bulunduğunu ifade etmek hem de bu unsurlara karşı olanların yanında ve koruyucusu olduğunu vazife edinircesine kullanması bunun belirgin özelliğidir. Batıya bilhassa sömürü unsurundan İsrail’e ise özellikle din unsuru bakımından olan karşıtlığı münasebetiyle bunu göstermekte ve bir etki alanı kurmaktadır. 

Özellikle Şiiliğin hamisi olarak ön planda bulunması İslam camiası içindeki Şiilerin ve bu mezhebin savunucusu güçlü din adamlarının desteğini alması yumuşak güç unsurunu pekiştirmektedir. Kültürel ve siyasi temsilcilikler aracılığıyla bunu bir üst noktaya taşıdığını da görmekteyiz. Birçok ülkede bulunan bu kuruluşlar İran’ın eylemleri ve ideolojisine destek sağlamak bakımından önemli bir yer tutmaktadır. Diğer çeşitli devletlerde bulunan bu kuruluşlar dini bir oluşum olarak da önemli bir yer tutmaktadır. Bu dini oluşumların destekçisi insanlar da bilerek ya da bilmeyerek bu bağlı oldukları kuruluşların çıkarına eylemlerde bulunabilmektedirler. İran bu unsular bakımından diğer devletlere karşı sadece askeri eylem yoluna girmekten ziyade; bilhassa din, siyasi ve kültürel olarak kurulmuş bu oluşumların desteğiyle önemli bir taraftar ve insan kaynağını elinde bulundurabilmektedir. Bunu Türkiye özelinde açıklamak gerekirse oluşan birçok tarikatta İran menşeili olabilmiştir. Gerektiğinde bu cemaatlerin mensupları sadece bir yumuşak güç ve kamu diplomasisi olarak kalmayıp silahlı örgütlere de dönüşebilmektedir. 90’lı yıllarda Türkiye’de bulunan Hizbullah gerçeği bunun en açık belirtisidir. Bunların sayısının çokluğu devletleri de buna göre karar almaya ve mekanizmaları bu şekilde oluşturmaya teşvik etmektedir. Tarikatların bulundukları bu devletlerde hükümetler bazında bir iletişim sağlanabilmektedir. Bunların oy potansiyeli de seçim zamanlarında önemli bir etmen olarak görüldüğü için çeşitli görüşmeler ve münasebetler kurulmasını siyasi partiler bakımından bir bakıma zorunlu hale getirebilmektedir.

Filistin özelinden baktığımızda özellikle 1979 devriminden sonra İran’da iç mesele olarak değerlendirilmiş ve Filistin Davası ideolojik anlam taşıyan bir sembol haline gelmiştir. İran’ın, 1979 devriminden sonra dış politikası Şiilik, devrim-rejim ihracı, milliyetçilik ve İsrail düşmanlığı bağlamında ikili ve bölgesel ilişkileri üzerine kurulmuştur. Devrim öncesi dönemde pragmatik bir siyaset izlenirken, devrim sonrasında ideolojik değişimlerle birlikte Filistin, İran’ın önemli bir meselesi haline gelmiştir. İlk başlarda milliyetçi ve Pan-Arap duruşuyla bilinen Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İslam ve Müslüman kimliğine vurgu yapan İran’ın hiçbir zaman tam anlamıyla uyum sağlayamamasına rağmen ilişkilerini sürdürmüştür. Ancak HAMAS’ın kurulması ve Gazze’deki seçim başarısıyla birlikte İran, desteğini FKÖ’nün uzlaşmacı ve diplomatik yaklaşımına kıyasla İsrail’e karşı daha sert-radikal bir duruş sergileyen HAMAS’a kaydırmıştır.

İran, İsrail ve Filistin arasında iki devletli bir çözüme veya olası bir barışa karşı çıkmaktadır. Temel nedenleri arasında, bu tür bir çözümün İran'ın bölgede etkinliğini azaltabileceği, İran'ın bölgesel manipülasyon araçlarını kaybetmesi ve bölgeden izole hale gelme olasılığı bulunmaktadır. İran, genellikle bu tutumuyla, anti-İsrailci söylemleriyle bölgedeki Arap ve Sünni grupların gözündeki imajını olumlu bir şekilde etkileyerek sempati kazanmayı ve meşruluğunu korumayı amaçlamaktadır. Filistin meselesini, İran için bölgede etkili bir konum elde etmek için kullanılan bir araç olarak görmektedir.

Medya ve iletişim kaynakları kamu diplomasisinde önemli bir yer almaktadır. Dünyada bunun başlıca kullanıcı ve aktörü ABD’dir. Bu sayede neredeyse dünyanın dört bir köşesinde sesini duyurabilmekte; dilini, kültürünü, dünya görüşünü her milliyetten her dinden insana ulaştırabilmektedir. Yumuşak gücün en belirgin tarafı buradadır. İran bu ve benzeri konularda diğer batılı devletler kadar olamasa da çevresi için bir güç unsurudur. Özellikle 21. yüzyılın başlangıçlarından itibaren İran sinemasının da ilerleme katettiğini görmekteyiz. Televizyon kanallarının sayısının artması ve uluslararası yayınlara geçip bunları koordine etmesi medya unsurunda bir artış olduğunu göstermektedir. 2003 yılında kurulan El Alem kanalı Orta Doğu bölgesinde birçok ülkede BBC’den daha fazla izlenmektedir. İran’ın ilk uluslararası kanalı olan Press TV Küresel olarak etkin olmak adına kurulmuştur. İngilizce yayın yapmaktadır. Bir başka unsur olarak üniversitelere yer vermek gerekir. İran’daki üniversiteler her ne kadar dünya standartlarının altında bulunsa da bu faktör bilgi çıkışı için önemli bir unsurdur. İran Şii mezhebinin merkezi olması sebebiyle bölge ülkelerinde bulunan Şii öğrenciler Kum şehrinde dini eğitim alarak ülkelerinde faaliyetlerde bulunmaktadır. Buna binaen Kum kentinde bulunan medreseler Şii propaganda açısından fabrika gibidir. Bu kentte bulunan Camie’tül Mustafa Üniversitesi bu faaliyetlerin oluşumu anlamında başı çekmektedir. Diğer çeşitli devletlerde de İran üzerine araştırmaların yapılması kürsülerin kurulması bu durumu pekiştirmiştir.

İran, veri kullanımı ve veriye ulaşma konusunda son yıllarda önemli bir etkinlik oluşturmaktadır. Siber faaliyetlerin artmasıyla birlikte bunun getireceği sonuçlar ve bilgilerin kullanılması İran’ın elini güçlü hale getirmektedir. Son yıllarda bilhassa İsrail ile olan çatışmalarında bu verilerin kullanılması kamuoyunun gündemine de sık sık gelmektedir. Tıpkı hemen her sene İngiltere ile Rusya arasında olan siber casusluk olayları İran ile İsrail arasında gerçekleşmektedir. Bununla beraber nükleer enerji ve nükleer silahların temin edilmesi bakımından bilgilerin ülkeler arasında sızdırılabilmesi silahlı gücün değil yumuşak gücün olanaklarıyla sağlanabilmektedir. Orta Doğu’da bulunan çekişmelerin varlığında sadece dinsel unsurlar var olmaktan çıkmış çeşitli yöntemlerle beraber bilgi akışının hızıyla güç kazanmıştır.

Tahran’ın Şii hamiliği sadece Orta Doğu bölgesiyle sınırlı kaldığı ve Sünnilerin bunun dışında kalması bu politikanın zayıf olan noktasıdır. Bunun hem geniş bir çevreye uzanmaması hem de sadece İslam içinden Şiiliği ön plana çıkararak uygulanmaya çalışılması bu durumu “Şii Hilali” durumu olarak nitelenmesine sebebiyet vermiştir. Bu yumuşak güç ve kamu diplomasisinde İran yönetiminin dinsel temelli tutumu olmuştur. Mollaların ve başta bir dini liderin varlığı ve ayrıca oluşturulacak stratejinin dini liderinin onayıyla gerçekleşebilmesidir. Kolektivizmden uzak bu tutum çeşitli hataları da beraberinde getirebilmektedir. Alınan kararların her zaman olmasa da ussal olmaması elinde bulunan bu imkanların yeterince sonuç getirmemesine sebebiyet verebilecektir.

SONUÇ

İran’ı yumuşak güç ve kamu diplomasisi yapmaya iten sebepler vardır. Bu salt bir tercih olarak değerlendirilemez. Çevresinde özellikle ABD’nin Afganistan’a ve Irak’a girmesi, İran’ı tedbirler almaya zorlamıştır. Bunu yaparken yumuşak güce ve kamu diplomasisine de dayanarak gerçekleştirmek durumunda kalmıştır. Bunu yaparken hem mezhep unsurunu hem kültür unsurunu da kullanmıştır. Orta Doğu bölgesinde Şiiliğin hamisi olması bu bakımdan elini güçlendirmiştir. Elbette bunun dezavantajlı durumu da olmuştur. Bunların yanı sıra Fars milliyetçiliğinin kullanılması, iletişim araçlarının etkin bir biçimde kullanılması olmuştur. Özellikle batı, yani bunun esas unsuru olarak ABD ve yanı sıra İsrail’le olan düşmanca tutumları bu yumuşak gücün kullanılmasında etkili olmuştur. Kendi bünyesinde bulunan kurum, kuruluş, dernek, vakıf, tarikat, cemaat gibi unsurlara maddi destek sağlaması da işini bu minvalde destekleyici unsurlar arasında yer almaktadır. 

İran'ın Filistin politikaları, devrim sonrasında ciddi bir değişim göstermiş ve Filistin davası rejimin öncelikli konularından biri haline gelmiştir. Ancak bu politikaların, ideolojik kaygıların ötesinde realizm ve pragmatizm içerdiği açıkça görülmektedir. İran’ın Filistin politikaları ile Filistinli grupların İran’a ilgi ve alakaları, genellikle karşılıklı çıkarlar ve rasyonel sebepler etrafında şekillenmiştir. İran’ın Filistin meselesine yaklaşımını sadece tek bir pozisyona oturtmak zordur. Bunun yerine pragmatik, stratejik ve ideolojik unsurların ayrı ayrı belirlenmesi önemlidir. İran’ın Filistin politikalarını anlamak için tarihî perspektife odaklanmanın yanı sıra, İran-İsrail ilişkilerinin literatürüne bakmak gerekir. Zira İran rejimi İsrail ile olan rekabet üzerinden politikalar yürüterek hem toplumsal iç dinamiklerini hem de dış dinamiklerini taze tutmak istemektedir. Anti-Siyonist anlayışıyla, rejim varlığını koruma ve devam ettirme amacı gütmektedir.

Özellikle 1979 devriminden önce, Filistin meselesinin İran için öncelikli bir konu olmamakla birlikte Arap milliyetçiliğinin etkisiyle sınırlı kalmıştır. Ancak devrim sonrasında İran’ın Filistin meselesine olan yaklaşımı değişmiştir. Anti-Siyonist söylemler ön plana çıktığı görülmektedir. İran’ın Filistin’e yönelik yardımları, Hizbullah gibi Şii gruplar üzerinden Anti-Siyonist mücadeleye aktarılmıştır. Bölgesel değişimler ve süreçler, İran ile Filistin’deki direniş gruplarını yakınlaştırmış; özellikle HAMAS’ın güçlenmesi bu yakınlaşmada etkili olmuştur.

İran’ın kamu diplomasisi ve yumuşak güç politikalarına genel bir çerçevede bakacak olursak İran köklü geçmişi, genç ve dinamik nüfusu ile Şii mezhebi metaforları ile aktif bir diplomasi yürütmektedir. Diğer taraftan bakacak olursak da rejimin toplumu baskılaması sebebiyle özgür bir ortamın olmaması yani fikir, inanç ve teşebbüs özgürlüklerine baskı uygulaması sebebiyle İran, hem uluslararası toplum tarafından hem de halkı tarafından tepki görmektedir. Özellikle inanç noktasında baskılar ilk sırada yer almaktadır. Yukarıda saydığımız üç önemli özgürlük bir ülkede sağlanmadığı takdirde o ülkede kalkınma mümkün değildir. Bu makalede İran’ın yumuşak güç ve kamu diplomasisi unsurları üzerinde durulmuştur. Ancak bu unsurlar hemen her güçlü durumda olabilecek devletin kullandığı yollardır. Devletlerin durumuna göre argümanlar değişebilse de ortak nokta, devlet menfaatini sağlamak üzerinedir.



img

Uzman
Ferzan Taşpinar