SEKÜLERLİK VE DİN
Sekülerlik tartışması sosyal bilimler yöntemine uygun analizlere dayanarak incelenmemektedir. Bir sosyolojik tartışma yerine burada medeniyetler çatışması, İslam ve Batı, İslam ve modernizm karşılaştırılması yapıldığı gözlemlenmektedir.
Bu karşılaştırmalarda da İslam genel anlamda total bir sistem, ahlaki ve ahlakçı bir öğreti, sosyal hayata ayrıntılı müdahale eden üst bir (ilahi) yapı olarak görülmekte, Batı’yı temsil eden sekülerlik ise, ahlaki çöküş, dünyevi arzu ve ihtirasla birlikte bencil insanların düzeni olarak betimlenmektedir. Burada İslam moral değerleri, doğru ve yanlış davranış pratiklerini temsil ederken sekülerlik moral değerlerin reddi anlamına gelmektedir.
Bilimsel kaygılardan çok siyasi ve ideolojik kaygıların rol aldığı ve heybetli meta-teoriler kıskacına sıkıştırılan bu tartışma, entelektüel zafiyetin bir sonucu olarak görülebilir.
Hem seküler hem de din kavramları ve muhtevaları tarih ve mekân üstü sabit bir öz taşımamaktadır. Bu nedenle ideolojik kaygılarla tarihsel gerçeklik olarak dindarlığın, sekülerliğin bir alternatifi olarak sunulması isabetli gözükmemektedir. Tarihsel olarak, özellikle vahiy dinleri bağlamında, hiçbir zaman bugün Türkiye’de kabul edilen tarzda mutlak bir sekülerlik/dindarlık karşıtlığı mevcut olmamıştır.
Dindarlık tecrübesi bu dünyada vuku bulur. Bu anlamıyla da sekülerdir. Din buzdağının bizim sandığımızdan çok büyük bir bölümü sekülerdir. Vahiy, baştan sona Tanrı’nın dünyaya dağılan aşkınlığı değil midir? Tanrı, dünyanın gerçekliğine girmiş, vahiy aracılığı ile kendi dışında da var olmuştur. Tanrı ya da Tanrı’nın dini, aşkın bir ötede bulunuyor değildir. Vahiy, Tanrı’nın insanlık tarihindeki tecellisidir.
Mezhepler, dünyevi sorunların din tarafından meşrulaştırılması ve dini alana çekilmesi değil midir? İslam düşüncesinin önemli ekollerinden birinin adı olan “Ehl-i Re’y”, değişen dünyanın dini açıdan algılanmasını, dünyanın mamur edilmesi gerektiği anlayışı üzerine bina etmiş, bu nedenle İslami topluluklarının maddi ve kültürel gelişimi ile daha fazla etkileşime girebilmiştir. Ancak bu durum hayattaki dinî karakterin azaldığı kaygılarına yol açmıştır. Ehli hadis böyle bir kaygının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Fakat bu kaygının dinî bir içerik taşımaktan çok cemaatçi bir refleks olduğu söylenebilir. Ehli hadis de bir kabile geleneğinin yani kısmi dünyeviliğin temsilcisi sadedindedir.
Mezhep, dinin kısmileşmesi, nispileşmesi ve içinde bulunduğu dünyanın rengini almasıdır. İnsanlar, içinde bulundukları “dünyaya” din sayesinde yeni anlamlar yüklemeye başlayınca mezhep, oluşmaya doğru yol almaktadır. Din, mezhep kılığında kolektif kimliği pekiştirme aracı haline gelmekte böylelikle aslında profan olan kutsal düzleme çekilmiş olmaktadır.
Her din bir tür uhrevi/dünyevi algoritmasıdır. Bu anlamda dinler, dindarlıklar her zaman sekülerdir. Kısaca ne kavramsal ne de tarihsel olarak sekülerlik ve dindarlık birbirinin ötekisidir.
İslamcılığın, İslam’ı zaten dünyevi bir din olarak kabul ettiği bilinmektedir. Hatta bu nedenle İslam’ın Avrupa’da olduğu gibi bir reformasyona ihtiyaç duymadığı belirtilmektedir. Farklı perspektifle dile getirilse de bu tez, zaten İslam’ın “özünde” seküler bir din olduğunu örtük bir biçimde kabul etmektir.
İslam’ın, seküler olana hiç temas etmeyecek bir şekilde kavramsal olarak vakumlanması bir ideolojik düşüncenin ürünü olabilir. Seküler dindarlık kesinlikle bir oksimoron değildir, tarihsel bir gerçekliktir (Dellaloğlu, 1 Aralık 2022).
“İslam’ın dünyeviliği” bazı batılı yazarların da dikkatini çekmiştir. Bunlardan bazıları bırakınız sekülerleşmeyi, kapitalizmin ilk şeklinin İslam’la birlikte var olduğunu iddia etmişlerdir. Koehler’in İslam’ın Erken Döneminde Kapitalizmin Doğuşu adlı eserini örnek vermek mümkündür. Yazar bu eserinde kapitalizmi, değişimin kâr güdüsü tarafından yönlendirilmesi, malların serbest mübadelesi, ticari anlaşmaları garanti altına alan hukuki sistem ve mülkiyet haklarının korunması olarak tarif etmekte ve bu düzende toplulukların temelinde siyasetin değil ticaretin bulunduğunu dile getirmektedir. Koehler’in iddiasına göre “ticaret toplumu” erken İslami dönemde Müslümanlar tarafından icat edilmiştir. Yunan bir ticaret toplumu değildi ama erken dönem İslam toplumu bir ticaret topluluğu idi. İslam’dan önce var olan panayır ve pazar kültürü, İslam’la birlikte kurumsal yönetim şemaları, para birimi, hukuki güvenlik ve güvenilir ticaret yolları ile sistem haline getirilmiştir. İslam’ın ilk eserlerinden birinin “Kitabu’l-Haraç” olduğunu hatırlatan yazar, İslam’da ilk defa ortaya çıkan kapitalist kurumların sonradan Avrupa’ya tüccarlar vasıtasıyla aktarıldığını kaydetmektedir (Koehler, 2016: 11-42, 191-201).
Dini yönetim olarak görülen hilafetin bile tarihsel görünümü, bir sekülerleşme hikâyesidir. Hilafette peygambere vekâlet değil “gücün icrası” söz konusudur. Endülüslü tarihçi Tartuşi (ö. 1126) “hüküm icrasını” bir “lambaya” (meşale) benzetmiştir. Bu lambanın ışığı sayesinde bütün insanlar kendilerini faydalı faaliyetlere verebilirler. Bu meşalenin ışığı sönecek olsa bütün haşereler saklandıkları deliklerden çıkar, hırsızlar hane sahiplerine çullanır, hane sahiplerinin emekleri boşa çıkardı (Nagel, 1995: 196).
Olivier Carre’ye göre de geleneksel İslam, sekülerist olmaksızın sekülerdi; çünkü siyasal alanın “bu dünyacı” bir mantıkla düzenlenmesini kabul ediyor ve inancın sadece politikaya indirgenmesini de reddediyordu. Carre’nin bu tezi, oryantalizmin ve İslamcılığın, İslam’ı, yönetimi kutsal yasadan ayıramayacak bir din olarak gören yaklaşımlarına da bir reddiyedir (Manzoor, 2007: 95).
Cüveyni (ö.478) ibadetleri, özellikle namazı, kişiyi dünyevi itaate alıştıran faydalı bir şey olarak değerlendirmektedir. Nagel, Cüveyni’nin bu ve benzeri maslahatla ilgili görüşlerine bakarak İslam’ın tarihsel yüzünde “gerçekliğin şeriata galip geldiğini” ifade etmektedir. Bu nedenle sekülerleşmenin İslam tarihinde de mümkün olduğunu belirtmektedir. Aslında burada maslahat ya da gerçeklik olarak zikredilenin, dünyeviliğin ahlak ve din üzerinde belirleyiciliğinden başka bir şey olmadığı açıktır (Nagel, 1995: 197).
Modern dönemde İslamcılığın "yeniden İslamlaşma" programında insanın yeryüzünde Allah'ın halifesi olduğu temasına önemli vurgular yapılmıştır. İnsan halifedir ve dünyayı imarla yetkilidir. Bu vurgu, sekülerliğe İslamlaşmanın da katkıda bulunduğunu göstermektedir. Modern dönemde yeniden İslamlaşma sekülerleşme anlamına da gelmiştir.
Daha sonra Siyasal İslam’la birlikte İslam, bir tür dünyevi nizam, dünyevi sistem haline getirilerek dünyevileştirilmiştir. Siyasal İslam teorisyenleri Mevdudi ve Kutup’un dini sekülerleştiren isimler olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü bunlar dini, pür sosyal-siyasi-hukuki bir yapı olarak sunmaya çalışmışlardır. Batı’da sekülerleşme Püritenliğe ya da Protestanlığı ne kadar bağlanabiliyorsa Doğuda da sekülerleşme o kadar Siyasal İslam’a bağlanabilir. Ancak buradaki “sekülerleşme” dinin nesneleşmesi, manevi hüviyetini kaybedip ideolojik hale gelmesi anlamındadır. Bu sekülerleşme, dinin dünyevi boyutunun esas alınmasının rutinleşmesidir.
Hatta denebilir ki siyasal İslam’da eksik olan, İslam’ın aşkın bir inanç sistemi olarak konumunun ihmal edilmiş olmasıdır. İslam o kadar toplumsal ki, maneviyata yer kalmamaktadır. İslam antropolojik bir olgu, kültürel bir dışa vurum, çevresel bir oluş sadedindedir.
Belki siyasal İslam’ın tesiriyle biz bugün, Batı’daki gibi Tanrı’yı kişileştirerek sekülerleşmiyoruz. Bireyselleşerek dünyevileşmiyoruz. Biz dindarlaşarak dünyevileşiyoruz. Komüniter bağlar geliştirerek dünyevileşiyoruz. Teoloji, dünyevileşmeye müthiş katkı sunmaktadır. Çünkü teolojimiz praksisi referans almakta gök kubbeyi hedef edinecek bir estetiğe sahip bulunmamaktadır. Dindarımızın din, Tanrı referanslarına bakalım. Bunların hangisinde rafine düşünüşler gerektiren derin kavrayışlar var? Varsa yoksa bu dünya. “Göğe bakma durağımız” yok artık. Praksis üzerine temellenmiş bir dini yaşam. Basit, gündelik ihtiyaçları karşılama etkinliği. Gündelik eyleme öykünme üzerine kurulu bir dindarlık. “Şu yapılırsa böyle olur. Bu yapılmazsa şu olur.” etkinliği. Bir tür paganlık, yani karşılıklılık meselesi. Din adına sayısız cevabımız var ve her cevabın müşterisi de hazır. İslam’ı “öte dünyacı din” olarak gören Weber’i mezarında ters döndürecek bir dünyacılık ve dindarlık. Tarikatlarımızın, cemaatlerimizin bereketi kendinden menkul. Ama hepsi dünyevi yatırımlar. Neredeyse AVM’ye gitmekle Tanrı’ya gitmek aynı. Ömer Lütfi Mete’nin KİT’lere referansla yıllar önce dile getirdiği gibi cemaat ve tarikatlar, CİT’ler haline gelmiştir: Cemaat İktisadi Teşekkülleri.
Nurettin Topçu’nun serzenişle ifade ettiği gibi din, kapital dünyanın bir parçası haline gelmiş, bir güç ve iktidar silahı olmuştur. Halbuki din bir irade ve disiplin, hayat ve ahlak disiplini olarak garibin, yetimin, yolda kalmışın dini olmalıdır. Topçu bu kadar dünyalaşmayı, dini pozitivizm, dini materyalizm olarak kavramlaştırmıştır.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki çağdaş İslam anlayışlarının genel itibariyle asıl sorunu, dinin, maneviyatı ve kutsallığı ortadan kaldıracak kadar dünyevi bir karaktere bürünmüş olmasıdır.
Özellikle dinde siyasal boyut icat eden ve iktidarı elde etmenin formülü haline gelen dini ideoloji, dinin dünyevileşmesinin en sert biçimidir. Agamben ideolojik dini, dinin dünyevileşmesi olarak yorumlamaktadır (Agamben, 2017: 128). Din ideolojikleştikçe dünyevileşmekte ve ideal bir siyaset olarak yeniden yaratılmaktadır. Böylece dünyanın dinileşmesi istenirken uhrevi olan dünyevileşmektedir (Agamben, 2017: 131). Dünyeviliğin ve uhrevi olanın birbirine girdiği ideolojik din anlayışında ne tam anlamıyla dünya vardır ne de uhrevi olanın bilgisine artık ulaşılır.
Fakat iş, modern anlamda sekülerlik meselesi olunca durum tam anlamıyla zıt bir kutup kazanmaktadır. Modern sekülerlik, insan zihninin gelişmesi, eğitim olanaklarının, eğitim kolaylıklarının artması ile birlikte “batıl inançların” ortasında yer alan dinin ya da din zırhına bürünerek kutsallık kazanmış irrasyonel alanın “geri çekilmesidir”. Bundan başka modern sekülerlik, öteki toplumsal kurumlar, yani sosyal farklılaşma, dini meşrulaştırmaya giderek daha az ihtiyaç duyulması, cemaat yerine toplum, rasyonelleşme ve bireyselleşmedir. Bu tür bir sekülerlikle dindarlığın bazı sorunları olduğu kabul edilmelidir.
İslam’ın total karakteri, sosyal alandaki belirleyiciliği, sosyal kontrol üzerinde hak iddia etmesi, bir kilise işlevi gören cemaatçi yapısı, cemaatçi yapının birey üzerindeki baskısı ve geleneksel sosyal yapının hala İslam adına sürdürülmesinin, sekülerleşme olarak görülen, bireyselleşme, sosyal farklılaşma, rasyonelleşme ile uyumlu olmadığı ifade edilmektedir (Shestopalets, 2017: 450-452). Din seçme hakkı, ya da dinden çıkma, kıyafet, kadın erkek ilişkileri gibi artık bireysel alana ait olarak görülen konularda “İslam hukukunun” söz sahibi olması, İslam’ı, yaşam biçimlerine buyruklarıyla teferruatlı bir şekilde karışabilen özniteliğe sahip yapı olarak göstermektedir. Bu tür bir din anlayışı ile modern anlamda sekülerliğin bağdaştırılmasının da imkan dahilinde olmadığı ifade edilmektedir.
Buradan şu sonuca varılmaktadır: Din “reforme” edilmeli, “yeniden yapılandırılmalı”, “İslami yenilik” sağlanmalıdır.
İslami düşüncenin yeniden inşası konusunda önemli çalışmalar yapılmış ve bir mesafe alınmıştır. Fakat bunların tesir sahası şimdilik sınırlıdır. Hatta bazen muhafazakar mahallelerde bu çalışmalar, tepkiyle karşılanmış bir iç büzüşmeye neden olmuştur. İki yüzyıllık bir dini yenilik fikri olmasına rağmen bunun “gündelik hayat bilgisi” üzerinde tesirli olduğu söylenemez.
Batıda sekülerlik ile dini reform arasındaki ilişki çok abartılmıştır. Reformasyon az bir toplumsal alanda etkili olmuştur. Büyük kitle sekülerleşmiştir. İnsanlar dini reforme ederek sekülerleşmemişlerdir. Bir tarafta din, sosyal önemi azalmakla birlikte “orada” durmuştur diğer tarafta insanlar seküler dünyaya ayak uydurmuşlardır.
İslami kültür genel itibariyle hala muhafazakâr şekliyle ayakta durmakta, diğer taraftan Müslümanlar sekülerleşmeye hızı yavaş olmakla birlikte devam etmektedirler. Dini dünya ve sekülerleşme, ikincisinin birincinin yerini aldığı art zamanlı sürece tekabül etmemektedir. Müslüman yaşamda hem dini dünya hem sekülerleşme eş zamanlı olarak varlığını sürdürmektedir. Her iki dünya da aynı anda söz konusudur. Üstelik sekülerleşme arttığında belki tepkisel bir şekilde geleneksel dünya yeniden oluşabilmektedir: Bir tarafta “tanrıların ve mitlerin” zamanı, diğer tarafta “insan zamanı”.
Ancak İslam düşüncesi ve pratiğinde din ile dünya, akıl ile kutsal metin, birey ve cemaat, toplum ve devlet, geçmiş ile şimdi, sonsuz zamanla sonlu zaman arasında giderek bir mesafe şuuru oluşmaktadır. Modern anlamda sekülerlik, mesafe şuuru arttıkça çok daha fazla normal seyrine girecektir. Bu mesafe şuuru, geleneksel kabullerin önemini azaltacak, “gözün açılması”, “gizemden ve büyüden arınma”, rasyonelleşme, dinî tercihlerde özgür olma gibi bir sürece yol açabilecektir.
Modern anlamda sekülerleşme, başka bir yönden de “dinin geri çekilmesi” değil; rasyonelleşme, toplumsal farklılaşma ve bireyselleşmenin bir sonucu olarak dinin sosyal alanda “daralmasıdır”. Bu daralma İslamcılığa göre İslam’ın gerçekliğine aykırı gibi görünse de konuya başka türlü yaklaşmak da mümkündür. Toplumsal sorunları, kendileri olarak değil başka biçimler altında kavrarsak veya bu sorunları, önceden belirlenmiş formlara dayandırırsak onları çözmemiz mümkün olmayacaktır. Sosyal olaylarda herhangi bir doktrine, dini metne müracaat etmeden, etiğini, insana ait bilim, düşünce ve sanatı yüceltme üzerine kuran bir düşünce geliştirmek mümkündür. Sekülerleşmenin bu anlamda olumlu bir içeriğe sahip olduğu söylenebilir. Sekülerleşme dini düşünce için bir şans olabilir.
Dinin daralması ile etkinlik alanının artması arasında müspet bir ilişki kurulabilir. Hasan Onat’ın dediği gibi daralma, birey bilincinin gelişmesine, anlam arayışına, insanın yaratıcı yeteneklerinin geliştirilmesine yol açabilir. “Her şey olan” veya “her şey anlamına gelen” İslam aslında tarihte bulunamayan ve insanlığın istifadesine sunulamayacak kadar ‘hiçbir şey’ olan İslam’dır (İşcan, 2021: 88-95).
İslam’ın kültür ve medeniyet olarak geleceği zahmetli özgür düşüncenin canlandırılmasına bağlıdır. Sadece mitos içinde kalarak düşünmek, dinin, insan karşıtı, bir renk almasını beraberinde getirecektir. Din hep insana rekabet ve karşıtlık ekseninde tanımlanmış olacaktır; sekülere karşı olmak, laikliğe karşı olmak, Batıya karşı olmak, Tanrı egemenliği karşısında insan egemenliğine karşı olmak, demokrasiye karşı olmak… Bu perspektif, günümüz İslam kimliğini sadece korku ve husumet üzerine inşa edecektir. Bu durumda İslam’ın orijinallik ya da özerklik güdüsü her zaman aşırılıklar güdüsü olacaktır.
“İnsan tamamlanmamıştır”. “İnsan önceden tespit edilmemiş, kararlaştırılmamıştır”. İnsan bu dünyada kendisini nasıl yapacaksa öyle olacaktır. Bu anlamda insanla Tanrı’yı karşı karşıya getirmek nasıl mümkün değilse sekülerlikle dindarlığı birbirinin zıttı olarak görmek de o kadar mümkün değildir.
Toplumların dini yönleri ile seküler yönleri arasında her zaman bir etkileşim vardır. Bu etkileşimde, dünyevi hayatı düzenleme iddiasını dini kurumların bir totaliter baskı olarak kullanmasını önleyebilecek yegâne düzen, laiklik ve demokrasi şuurudur. Laiklik ve demokrasi iradesi güçlendiği ölçüde toplumsal modernleşme dinamiklerinin etkisiyle dinin geleneksel örüntülerinden ziyade modern hayatla uyumlu yeni bir görünüm sergilemesi daha muhtemel gözükmektedir.
Kaynakça
Agamben, G. (2017). Dünyevileştirmeler. çev. Betül Parlak. İstanbul: Monokl Yayınları.
Dellaloğlu, B. “Seküler Dindarlık”. Perspektif. Erişim 1 Aralık 2022. https://www.perspektif.online/sekuler-dindarlik/
İşcan, Mehmet Zeki. (2021). “Bir İslam Rönesansına Doğru: Hasan Onat ve İslam’da Yeniden Yapılanma”. e-makâlât Mezhep Araştırmaları Dergisi, 14/1.
Koehler, B. (2016). İslam’ın Erken Döneminde Kapitalizmin Doğuşu. çev. İsmail Kurun. Ankara: Liberte Yayınları.
Manzoor, P. (2007). “Dünyevilik Ya da Sekülerleşme; Edward Said’in Düşüncesinde Humanizm ve Tarih”. çev. Hakan Çopur. Uluslararası Oryantalizm Sempozyumu, ed. Sunar, L. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı Kültür Müdürlüğü Yayınları.
Nagel, T. “Sekülerleşme Nazariyesi İslam Tarihine Ne Ölçüde Uygulanabilir?”. çev. Ali Dere. İslami Araştırmalar 8/3-4, ss. 195-198.
Shestopalets, D. (2017). “İslam’ın Sekülerleşmesi: Kapsamlı Bir Analize Doğru”. çev. Talip Demir. ÇÜİFD 17/1, ss. 455-478.