İslam Hukuku ve Sekülerizm: İslam Hukukunun Sekülerleşmesi mi Sekülerizmin İslam Hukuku Tarafından İçselleştirilmesi mi?

Sekülerizm, din ve devletin birbirinden bağımsızlaştırılması, kamusal alanın dinsel veya felsefi baskılara maruz kalma olasılığının ortadan kaldırılması gibi ilkeleri savunan bir felsefi düşüncedir. Sekülerizm, toplumda adalet, eşitlik, özgürlük ve liyakat gibi değerleri ön plana çıkarmayı amaçlar. Sekülerizm, ateizm veya dinsizlik anlamına gelmez.

O, farklı din ve inançlara saygı duyar ve bunların kanun önünde eşit olmasını ister. Aynı zamanda bilimsel ve akılcı bir yaklaşımı benimser ve dogmatik veya metafizik iddialara karşı çıkar. Her Müslüman bilir ki farklı dini inançlara saygı duymak, topluma/kamuya ait işleri görürken herhangi bir dini inanç ya da felsefi görüşle değil, adalet kuralları çerçevesinde hareket etmek, inancına bakmaksızın tüm toplum üyelerinin kanun önünde eşitliğini savunmak, akla değer vermek, iş alanlarında liyakatli ehil kimseleri görevlendirmek gibi ilkeler İslam Hukuku tarafından da savunulan prensiplerdir. Görüldüğü gibi sekülerizmin temel tezlerinin İslam hukukuyla çatışması söz konusu olmamaktadır. Bu çerçevede bu yazıda İslam hukukunun sekülerizmi içselleştirip içselleştiremeyeceği söz konusu edilecektir.

Bilindiği gibi İslam, milattan sonra VII. yy. ‘da Arap yarımadasında ortaya çıkmış, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilmiş, kutsal kitabı Müslümanlar için rehber kabul edilen, içerisinde pek çok itikadi, ameli, ahlaki hükümler barındıran Kur’an-ı Kerim olan, ferdin dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamayı hedefleyen bir inanç sistemidir. İslam dini, bunu gerçekleştirirken inananlarından bu dünyada birtakım şeylere itikat etmelerini istediği gibi, inançlarının gereği olarak bir takım eylemleri yapmasını ve gündelik hayatını yaşarken de bazı kurallara (helal-haram) uyumasını talep etmektedir. İslam'ın ana kaynakları Kitap ve Sünnet’te yer alan bu talepler, doğal olarak insan hayatının her alanında İslam'ın öngördüğü bir yaşam tarzı sergilemesini gerektirmektedir. 

İslam bir din olarak inanç prensiplerini ortaya koyarken; aynı zamanda inanan insanların kendileri gibi inanan diğer mü’minlerle ya da başka inanca mensup insanlarla birlikte yaşamaları için ihtiyaçları olan hukuk sistemi kurmalarında gerekli verileri de onlara sunmuş ve hatta ana prensipleri kaynaklarında vermiş, böylece İslam hukuku dediğimiz fıkıh sistematiğinin, fıkıh uzmanları (fukaha) elinde gelişmesinin zeminini oluşturmuştur. İslam hukuku ya da fıkıh, sadece Müslümanların gündelik hayatlarında uymaları gereken hukuk kurallarını vazetmekle kalmaz, aynı zamanda yeryüzünde yaşayan bütün insanların ihtiyacı olan evrensel hukuk kurallarını belirleyerek, inanan inanmayan bütün insanların bir arada yaşayabilmelerinin yolunu açar. Fıkıh bir devletin hukuk sistemi olarak, devletin vatandaşlarının Müslümanlar, Müslüman olmayan diğer semavî din mensupları (ehl-i kitap) ve fıkhın uygulandığı beldede yaşamayan, fakat geçici süreyle oraya gelmiş olan Müslüman ya da ehl-i kitap insanlardan oluşabilen turistler (müste’menler) şeklinde bir vatandaşlık statüsünü benimser. Bu çerçevede Müslüman olmayan ehl-i kitabın diledikleri inanca inanmaları, inançları gereğince ibadet etmeleri ve çocuklarını yetiştirmeleri için gerekli eğitim altyapısını hazırlamalarını kabul eder. Ayrıca kendi inançlarına göre gerekli medeni hukuk düzenlemelerini, (nikah-talak vs.) onaylar. O yüzden fıkıh, sadece Müslümanların hukuku olmaktan çok daha fazla yeryüzünde yaşayan ve hangi inanca mensup olursa olsun insan olan herkesin hukuku olarak değerlendirilmelidir. Zira yaşanılan her çağa ve coğrafyaya göre güncellenebilme özelliği yanında, her ne kadar İslam Hukuku olarak şöhret bulmuş olsa da, Müslüman olmayan insanların dünyevi hayatlarını ideal biçimde düzenleyebilmeleri için ihtiyaçları olan gerekli alt yapıya sahiptir.

Aslında. XXI. yy. dünyasında meydana gelen teknolojik gelişmeler bütün toplumları dinî ve ahlaki düzlemde gelenekten ve hatta herhangi bir inançtan kopuk yeni yaşam biçimleri oluşturmaya zorlamaktadır. Sözgelimi yapay zeka alanındaki gelişmeler, insanların avatarlar yoluyla sanal ortamlarda oluşturageldikleri yeni sanal yaşam tarzları gibi uygulamalar, inançların insan hayatından olabildiğince çıkarılmaya çalışıldığı şeklinde yorumlanmaya müsaittir. Bu noktada toplumsal hayatın ve devlet idaresinin merkezi otoritesini sekülerizm çerçevesinde yapılandırmak, normal şartlarda devlet otoritesinin bütün inançlar karşısında eşit olduğu ve herkese eşit muamele yapması gerektiği tezi açısından olumlu görülebilir ise de, dinlerin her birinin kendisinin yegane hakikat olduğu, diğerlerinin yanlış olduğu anlayışıyla çatışmaya her zaman kapı aralayan bir nitelikte bulunmaları, dinler karşısında tarafsız olan bir yönetimin bu çatışma karşısında tarafsız kalamayacağı düşüncesini akla getirmektedir. O halde devletin dini olmasa bile bir ülkede bulunan farklı inanç gruplarından çoğunluğun sahip olduğu inancı esas alarak bir yapılandırmada bulunması, sekülerizm ile bir çatışma olarak değerlendirilebilir mi?

Günümüzde İslam dünyasının ve İslam’ı öğretmek ve yaymakla sorumlu bilginlerin modern dünya ile İslamî bir siyasal söylemi uzlaştırmanın "mücadelesi" içinde olduğu da gözlemlenmektedir. 

Dinin toplumsal hayata müdahil olmamasını öngören sekülerizmin, bunu, dinin toplumsal hayatta ayrımcılık, baskı ve zorbalık gibi olumsuz etkilerinin engellenmesi adına yaptığı ileri sürülürken, dinin özel bir alana ait olduğu ve kamusal alanda yerinin olmadığı da savunulmaktadır. Bu nedenle, sekülerizmin, dinin toplumsal hayattan uzaklaştırılmasını ve kamusal alanda tarafsızlığın korunmasını hedeflediği söylenebilir.

Bu çerçevede ana hatlarıyla İslam ve sekülerizm arasında şu ilişki alanlarını görmekteyiz: 

1. İslam dünyasında sekülerizm sorunu, modernleşme sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkmıştır.

2. Bazı Müslümanlar, dinlerini modern yaşamla nasıl bağdaştıracakları konusunda düşünmek zorunda kalmışlardır. 

3. İslam'ın çeşitli yorumları, sekülerizmle uyumlu veya uyumsuz olabilmektedir. 

4. İslam dünyası ve seküler dünya arasındaki ilişkilerde tolerans ve diyalog önemlidir.

5. Karşılıklı saygı ve anlayış, farklı inançları ve yaşam tarzlarını kabul etmeye yardımcı olabilir.

6. İslam dininin sekülerizmle ilişkisi karmaşık ve çeşitlidir. 

İslam'ın bir din olması ve sekülerizmin dini toplumsal hayattan uzaklaştırma hedefinin bulunması doğal olarak İslam ve sekülerizm arasında çatışma alanı meydana getirmektedir. Bu noktada İslam'ın bir din olarak sekülerizm ile çatışmasına karşın; bir hukuk sistemi olarak onu içselleştirip içselleştiremeyeceği tartışılmalıdır. Zira İslam Hukuku yani fıkıh salt inanca bağlı bir sistem olmayıp, aksine insana bağlı bir sistem olarak temayüz eden bir hukuk sistemidir.

İslam hukukunun müçtehit imamların elinde İslam'ın ana kaynakları olan kitap, sünnet ve diğer delillerden yararlanarak yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanların ve yine Müslümanların idaresindeki bölgelerde yaşayan bütün insanların rahat, huzur ve mutluluğunu sağlamak, adaleti gerçekleştirmek, insan hakları ve eşitliği temin edecek prensipler ortaya koymak şeklinde tezahür ettiği düşünüldüğünde; İslam hukukunun dünyayı nizamlama hedefi güden ve dünya nizamını sağlayarak ahret saadetini gerçekleştirmeyi amaçlayan bir sistem olduğu söylenilebilir. Yani İslam hukuku, dini bir hukuk olmaktan çok öte, dünyevi niteliği ağır basan bir hukuk sistemi olarak sekülerizm ile uyuşup, örtüşebilecek ilke ve prensiplere sahiptir. Bu çerçevede İslam hukukunun sadece İslam'a ve Müslümanlara ait olan bir hukuk sistemi değil, evrensel, bütün dünya insanlığının ihtiyacı olan ve bütün dünya insanlığına hitap eden bir hukuk sistemi olduğu göz önüne alınırsa, sekülerizm ile çatışmayıp onunla birlikte bir yaşam tarzı sergileyebileceği, hatta sekülerizmi içselleştirebileceği varsayılabilir.

Şöyle ki, İslam hukukunun üç boyutundan birisi olan ibadetler alanı; sekülerizmin dinin kişisel alanda kalması gerektiği tezi çerçevesinde, ibadetlerin yerine getirilip getirilmemesi, nasıl yerine getirileceği vs. konular bireylerin kendi sorumlulukları olduğu kabul edilerek hukuki alanın düzenlemesi dışında yer aldığı kabul edilebilir. Nitekim ibadetler alanı, esasen bireyi ahlaken güzelleştirmek amacına matuf olup, bireylerden oluşan toplumda ahlakın hakim kılınması için bir araç olduğundan, geneli itibariyle zaten kişisel alandadır, bu boyutuyla da hukukun ve devletin müdahalesine açık değildir. İbadetler alanında hukukun ve devletin müdahil olduğu yegane alan, ibadetlerini yerine getirmek isteyen kimselere ibadetlerini yerine getirebilmek için ihtiyaçları olan ibadethane, ibadet eğitimi vs. hizmetleri sağlamaktır.

İslam hukukunun diğer iki alanı muamelat ve ukubat ise hukuki bakımdan ve devlet otoritesi tarafından düzenlemelere konu olmak zorundadır. Çünkü devletin yönetiminde uygulanacak olan hukuk prensiplerinin ve riayet edilmesi gerekli medenî, siyasî, hukukî kuralların neler olduğunun tartışıldığı alan muamelat alanıdır. Bu kuralların ihlal edilmesi durumunda ne tür cezalar ortaya çıkabileceği, ihlal edenlere ne cezalar verileceği ve bu cezaları kimin uygulanacağı çerçevesinde, günümüzde ceza hukuku alanına tekabül eden, ukubat alanı ise tamamen devletin anayasal düzenleme alanı içerisinde yer almaktadır. Bu çerçevede hem muamelat hem de ukubat alanlarının sekülerizmin amaç ve hedefleriyle çatışmaya girmeyeceği ya da ana ilkelerde birlikte hareket edebilecekleri varsayılabilir. 

Sekülerizm, devlet ve din ayrılığı; farklı din ve inançlara mensup kişilerin eşitliği; insanın temel haklarının korunması gibi ilkelerle devlet, toplum ve birey arasındaki ilişkileri düzenlemeye çalışmaktadır. Bu konuları esasında İslam hukukuna çok uzak ya da İslam hukuku tarafından göz ardı edilip, dışlanan konular değildir. 

Sekülerizm, devletin dinsel kurumlardan ayrı olması ve farklı din ve inançlara mensup kişilerin kanun önünde eşit olması ilkelerine dayanan bir siyasi ve toplumsal ilkedir. Sekülerizm, farklı din ve inançlara mensup kişilerin kanun önünde eşit olduğunu kabul eder. Bunun sebebi, toplumun farklı din ve inançlardan oluşan bir yapıya sahip olabileceği varsayımıdır. Bu yüzden sekülerizm, herkesin din ve inancına bakılmaksızın eşit haklara ve fırsatlara sahip olmasını savunur. İslam hukuku ise, Kur'an-ı Kerim, sünnet ve icma gibi kaynaklara dayanan ve İslam'ın ahlaki ve hukuki ilkeleri doğrultusunda oluşturulmuş bir hukuk sistemi olarak, devletin vatandaşlarının dilediği inanca sahip olabileceği gibi, hangi inanca sahip olursa olsun canlarının, mallarının, namuslarının kutsal olduğu ve kanun önünde eşit bulunduğu prensiplerini kabul eder. 

Sekülerizm, insanın temel haklarının korunması gerektiğini savunur. Bu haklar, yaşama hakkı, özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı gibi haklar olup, tüm insanlar için geçerlidir. Sekülerizm, bu hakların din ve inanç ayrımı yapılmaksızın korunmasını savunur. Sekülerizmin temel tezlerinden olan temel insan haklarının korunması da İslam hukuku açısından reddedilmeyen bir prensiptir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'i insan hakları açısından incelediğimizde 1948'de yayınlanan Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’nde yer alan maddelere tekabül edebilecek nitelikte pek çok ayete rastlayabiliriz. 

Devlet ve din ayrılığı prensibine gelince; sekülerizm, devletin dini bir kurum olmadığını, toplumun dünyevi işlerini yürütmekle görevli bir kurum olduğunu savunur. Bu argüman, devletin dini bir kurum olarak kullanılmasının yol açabileceği baskı, ayrımcılık ve zulüm gibi olumsuz sonuçlardan korunmak için gereklidir. Esasen bu da ne Kur'an'a ne de sünnete aykırı bir ilkedir. Kur'an-ı Kerim'de emredilen ana prensip adalettir. Dolayısıyla yöneticilerden beklenen dini inancı, cinsiyeti, milliyeti ne olursa olsun bütün vatandaşların karşısında adil olması, adaleti dağıtmasıdır. Devleti idare eden yöneticilerin inanç bazında Müslüman olmaları tercihe şayandır, ancak yine de Müslüman olmayanlar içerisinde devlet yönetiminde liyakat sahibi olan insanlar varsa bunlara da yöneticilik yetkisi verilmesine İslam hukuku karşı çıkmaz. Sekülerizmin din ve devlet ayrılığı ile kastı yöneticilerin dini inançlarını yönetimlerine yansıtmaması ise, bu tam olarak İslam hukuku prensiplerinde bulunan bir ilkedir. Nitekim Hz. Muhammed’in herhangi bir devlet görevine atamada bulunurken daima liyakati esas alması, kamuya ait işleri görürken istişare ile hareket etmesi, din ile ilgili hususlardaki emirlerine mutlak itaati isterken, dünyevi hususlardaki emirlerinde insanların dünya işlerini daha iyi bileceği mealindeki sözleri; ilk halifelerden Hz. Ömer'in insanların dindarlığı ile değil yapmış olduğu eylemlerle sorgulanması gerektiğine dair sözleri herkes tarafından bilinmektedir. 

Yukarıda anlattığımız açıklamalardan da anlaşılacağı üzere İslam hukuku sekülerizmi içselleştirebilecek bir hukuk sistemidir. İslam hukuku ilkelerinin evrensel ve zaman üstü olması, bu ilkelerin seküler bir hukuk sistemini de içerebileceği konusunda yeterlidir. Ayrıca İslam hukukunun sekülerizmi içselleştirebileceğini gösteren bazı argümanlar şunlardır: 

1. İslam hukuku, devlet ve din ayrılığı ilkesine uygundur. İslam hukukunda, devlet ve din birbirinden ayrı kurumlar olarak kabul edilir. Devletin dini bir kurum değil, toplumun dünyevi işlerini yürütmekle görevli bir kurum olduğu kabul edilir. 

2. İslam hukuku, farklı din ve inançlara mensup kişilere eşitlik tanır. İslam hukukunda, farklı din ve inançlara mensup kişiler kanun önünde eşit olarak kabul edilir. Bu eşitlik hem bireysel haklar hem de kamusal görevler açısından geçerlidir. 

3. İslam hukuku, insanın temel haklarını korur. İslam hukuku, insanın temel haklarını, yaşama hakkı, özgürlük hakkı, mülkiyet hakkı gibi haklarını korur. Bu haklar, seküler hukuk sistemlerinde de korunan haklar ile aynıdır. 

Elbette, İslam hukukunun sekülerizmi tam anlamıyla içselleştirebilmesi için sekülerizm ile ilişkilerinde bazı değişiklikler yapılması gerekebilir. Örneğin, İslam hukukundaki bazı ceza hükümlerinin seküler hukukun evrensel ilkeleri ile uyum göstermiyor gibi gözükebilir. Bu hükümlerin, Ehl-i Re’y prensipleri çerçevesinde hedef ve amaç açısından tahlil edilmeleri yani hükümlerin konulurken gözetilen maksatların belirlenmesi ve bu maksatlara göre güncellenmesi bu sorunun aşılabilmesine katkı yapabilir. Kur'an-ı Kerim'in indiği dönemin örf ve adetlerini dikkate alarak bazı düzenlemelerde bulunduğu göz önünde bulundurularak zaman içerisinde değişen örf ve adetlere göre bazı hükümlerin güncellenmesi söz konusu edilebilir. Ayrıca mesela ticaret gibi alanlarda Medine site devletinin şartları çerçevesinde belirlenmiş ticari kuralların bugünün küçülen dünyasında online sistem üzerinden ya da uluslararası ticaretin işleyişi çerçevesinde yeniden gözden geçirilerek çağa uygun içtihatlarda bulunulmasının yolu açılabilir.

İslam hukukunun sekülerizmi içselleştirebilmesi hem İslam hukukuna hem de topluma pek çok faydalar sağlayabilir. Bu faydalardan bazıları şunlardır:

İslam hukukunun evrenselleştirilmesi: Sekülerizm, evrensel olan İslam hukukunun toplum düzenlemesindeki katkılarının tüm dünya tarafından fark edilmesini sağlayabilir. Böylece sekülerizm sayesinde, İslam hukukunun farklı toplumlarda ve kültürlerde uygulanabilmesi imkanı elde edebilecektir.

İslam hukukunun çağın gereklerine göre güncellenmesi: Sekülerizm, İslam hukukunun içinde bulunulan çağın gereklerine göre yeniden güncellenmesini ve içtihatların tün dünya insanlarının sorunlarını çözecek derecede işlevsel olmasına yardımcı olabilir. 

Daha adil ve kapsayıcı bir hukuk sistemi: Sekülerizm, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını savunur. Bu, İslam hukukunun dinî görüşlere dayalı olarak ayrımcılık yaptığı şeklinde anlaşılabilecek boyutlarının aslında öyle olmadığının anlaşılmasını sağlayabilir. Böylece daha adil ve kapsayıcı bir hukuk sistemi oluşturmasına yol açabilir. Sekülerizm, İslam hukukunun dinî görüşlere bağlı kalmadan daha evrensel değerlere dayanmasını sağlayabilir. Bu, İslam hukukunun daha geniş bir coğrafyada ve daha farklı kültürlerde kabul görmesine yardımcı olabilir.

Toplumsal hoşgörü ve uzlaşmanın artması: Sekülerizm, toplumsal hoşgörü ve uzlaşmanın artmasına yardımcı olabilir. Sekülerizm, farklı din ve inançlara mensup kişilerin kanun önünde eşit olmasını sağlayarak, toplumda hoşgörü ve uzlaşmanın artmasına katkıda bulunacaktır. İslam hukukunun farklı inanca mensup insanlar karşısındaki hoşgörü platformunun anlaşılmasına zemin hazırlayacaktır

Daha demokratik bir toplum: Sekülerizm, bireysel hakların ve özgürlüklerin korunmasını savunur. Bu, İslam hukukunun toplumda daha demokratik bir ortamın oluşmasına katkıda bulunabilir. 

Daha gelişmiş bir hukuk sistemi: Sekülerizm, hukukun akıl ve vicdan temelinde gelişebileceğini savunur. Bu, İslam hukukunun daha gelişmiş ve çağdaş bir hukuk sistemi haline gelmesine yardımcı olabilir. Sekülerizm, İslam hukukunun daha anlaşılır ve uygulanabilir olmasını sağlayabilir. Bu, İslam hukukunun daha etkili bir şekilde uygulanmasına yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, İslam hukukunun sekülerizmi içselleştirmesi, hem sekülerizm hem de toplumun gelişimi için önemli bir fırsattır. Bu fırsatın iyi değerlendirilmesi İslam hukukunun daha adil, kapsayıcı, demokratik ve gelişmiş bir hukuk sistemi olduğunun tüm dünya tarafından benimsenmesine yol açabilecek çok önemli bir katkıdır.


img

Prof. Dr.
Ali Duman