BM ÖZELİNDE ÖRGÜTLÜ ULUSLARARASI TOPLULUĞUN ZAYIFLIĞI HAKKINDA KISA BİR DEĞERLENDİRME

İsrail-Filistin özelinde, Gazze özelinde son bir yılda özellikle çokça söyleniyor. Sistem çalışıyor mu diye bir üst perdeden bakmak gerekirse, sistem çok ciddi manada çalışmıyor çünkü önümüzde esasında ilk günden itibaren, yani 1945’ten itibaren böylesi durumlarda zaten çalışmamak üzere tasarımlanmış bir sistem var.

Fakat çalışmıyor derken şunu da ifade etmek istiyorum bu sistemin bu şekilde çalışmaması da uluslararası hukukun içerisinde olan bir olay. Yani bütün bu blokajlar, engellemeler, sistemi felç etmeler de yine uluslararası hukuk kurallarına dayanılarak yapılmaktadır. [1]

Kuvvet Kullanma Yasağı ve Müeyyidelerinin Güvenlik Konseyi Marifetiyle Engellenmesi

Uluslararası barış ve güvenliği ele alalım. Uluslararası barış ve güvenliğin bir tane dayanağı vardır; Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 2. maddesinin 4. fıkrasında ‘devletler uluslararası ilişkilerinde tehdit, kuvvet kullanma tehdidinde bulunamazlar ve kuvvet kullanamazlar[2]’. Bu temel ilkedir. Kuvvet kullanırlarsa ne olur? Birleşmiş Milletler Şartı’ndaki 51. madde saldırıya uğrayan devlete meşru müdafaa hakkı vermektedir. O devletin gücü, kudreti varsa uluslararası hukukun üstünlüğünü kendi gücüne dayanarak, kendini savunarak yeniden kurabilir. Bir de bir husus daha vardır: Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 7. bölümünde benim uluslararası kolektif barış ve güvenlik hukuku dediğim, bu sefer kolektif, toplu, grup olarak yani bütün devletler topluluğu bakımından bir kolektif tedbir düşünülmektedir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 39. maddeden[3] yola çıkarak 41.[4] madde ve özellikle 42. maddede[5] kuvvet kullanma yetkisi dahi vardır. Güvenlik Konseyi, saldırgan devlete karşı gerekli önlemlerin alınmasını kararlaştıracaktır.

“Filistin bir devlet midir değil midir, Gazze’deki saldırılar bir devlete karşı mı İsrail tarafından yapılıyor yoksa bir halka karşı mı yapılıyor?” soruları dile getirilmektedir. Kuvvet kullanma açısından işin bu kısmı önemli değil çünkü kuvvet kullanma yasağı İsrail’i bağlamaktadır. Mağdur bakımından onun niteliği burada çok belirleyici değildir. Ne yapması gerekiyordu Güvenlik Konseyi’nin? İsrail’in bu saldırganlığına karşı tedbir kararı alması gerekmekteydi. Şimdi, İsrail ilk günden beri "Meşru müdafaadayım" demekte. Batılı devletler uzun süre "İsrail meşru müdafaadadır" dediler. Uluslararası hukuka göre böyle bir meşru müdafaa olmaz. İlk olarak, işgalcinin meşru müdafaa hakkı olmaz. İkinci olarak orantısız kuvvet kullanımıyla, soykırım işleyerek meşru müdafaa olmaz.

Güvenlik Konseyi’ndeki daimi üyeler, başta ABD olmak üzere, bu meselede -Rusya, Çin, Fransa, İngiltere, bu beş devletin mademki veto hakkı var- alınacak kararları veto ederek sistemi felç durumuna getirmektedirler. Bu durum 70 yıldır insanlığı Rusya ile ABD arasındaki nükleer savaştan korumuş, büyük güçler arasındaki bir 3. Dünya Savaşından korumuş; ama bununla beraber diğer savaşlarda ve mazlum, mağdur halkların böyle saldırganlığa uğradığı durumlarda tamamen iki yüzlü, çifte standartlı bir dünya sistemiyle karşı karşıya kalınmasına neden olmuştur. Mesela Batılılar, kendilerinden olanlara, kendilerinden addettiklerine, müttefikleri addettiklerine, bu kuralları başka türlü uygulamaya ve uygulatmaya çalışırken, öteki gördüklerine, örneğin saldırıya uğrayan halk Gazze’de Müslüman, Arap olduğu yani Batılı olmadığı aşikar olduğu takdirde bu kuralları tamamen çifte standartlı uygulamaktadırlar.

Güvenlik Konseyi Üyelerinin Veto Yetkisi ve Menfaatperest Yetki Kullanımının Yarattığı Etkiler

Uluslararası Adalet Divanı adında öyle bir sistem dizayn edilmiş vaziyette ki hakikaten birçok kanaldan blokaja uğratılmak üzere dizayn edilmiştir. Bunu fark etmemiz, Türk kamuoyunun bunu idrak etmesi; nasıl bir kandırmaca sistem içinde yaşadığımızı ve milli güvenliğimizin ne derece hakikaten üzerine titrememiz gerektiğini de izah etmektedir.

Uluslararası Adalet Divanı bir karar aldığında, karara uymayan devlet aleyhine Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 90. maddesi uyarınca Güvenlik Konseyi’ne şikayette bulunabilir. Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği tehdit ettiğine kanaat getirirse kararı uygulamayan devlet aleyhinde kuvvet kullanmaya, askeri güç kullanmaya varıncaya kadar karar alabilecektir. Peki o kararın alınmasını ve hatta görüşülmesini dahi kim engelleyebilir? Veto yetkisi olan devletler. Bunun örnekleri İsrail somut olayında ABD’dir, Ukrayna saldırganlığında Rusya’dır. Her veto yetkisine sahip devlet bunu kendi milli menfaatleri istikametinde kullanmaktadır. Nitekim ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas Greenfield, "Biz ABD çıkarlarını gözetmek için veto hakkımızı kullanıyoruz. Yıllardır da BMGK'de bu şekilde yaptık."[6] şeklinde bir beyanat verdi. Bu beyanat, gayet dürüstçe ifşa etmektedir. İkincisi, bunun için asla bir mazeret beyan etmeyeceklerini de açıkça söylemiştir. BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas Greenfield’ın böyle bir nobranlığı var. Üçüncü olarak katiyen veto yetkisine sahip yeni üye almayacaklarını, dördüncü olarak kendi veto haklarından katiyen vazgeçmeyeceklerini ifade ediyorlar.

Böyle bir dünya sistemi, böyle bir uluslararası hukuk karşısında bunların işlememesi de uluslararası hukuk kuralıdır; veto yetkisini veren Birleşmiş Milletler Antlaşması maddesi de uluslararası hukuk kuralının maddesidir. Uluslararası Adalet Divanı kararlarının Güvenlik Konseyi ile böyle işlemez hale getirilmesi de uluslararası hukuk kuralıdır.

Bu duruma iki türlü cevap vereyim: Bu sistem, adalet istikametinde, uluslararası hukukun üstünlüğü istikametinde katiyen çalışmamaktadır ama uluslararası hukukun teknik kuralları içinde bu veto yetkileri, çalıştırmamalar, blokajlar, felç etmeler, bunlar da gayet uluslararası sisteminin kurallarındandır. O istikamette de mekanizma pekâlâ kendi kendini işletmektedir. Veto yetkisi olan, veto yetkisini pekâlâ kullanmaktadır. O bakımdan da çalışmakta olan çalışmaktadır. Yüz yüze kaldığımız iki yüzlülüğü, çifte standardı, uluslararası ilişkilerde hukukun üstünlüğüne katiyen yer olmadığını bunları bilimsel bakımdan söylememiz gerekmektedir.

Uluslararası Hukuk ile Politik Dengelerin Çatışmasının Sonuçları

Uluslararası Adalet Divanı danışma görüşünde İsrail’in Gazze’de, Batı Şeria’da, Doğu Kudüs’te işgalci devlet olduğuna dair, daha önce de benzer danışma kararları vardı bu bağlamda, işgalci olduğuna karar verildi. Soykırıma varan faaliyetlere derhal son verilmesi gerektiği daha önce önleyici tedbirlerde beyan edilmişti. Netanyahu derhal ABD Kongresine gitti ve senatoda kendini alkışlattı. Bu, “Hukuken aleyhimde ne karar verirseniz verin, ABD Senatosundaki alkışlar bizim yapmakta olduğumuz şeyleri yapmaya devam etmemiz için gerekli olan gücü bize tanır” demektir. Biz bir tek buraya bakarız, bizim için önemli olan burası. Dünya gerçeği de bu. Uçak gemisini çektiği zaman, bölge devletlerini üç defa imha edecek nükleer bombalarla ABD oraya geliyor. Maalesef dünya dengesi böyle.

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Savcı, Netanyahu’nun tutuklanması talebiyle dosyayı ön daireye gönderdi. Oradan hâlâ bir karar bekleniyor. Buna rağmen mahkemenin hukukçularına, başta Savcı olmak üzere, saldırılarda bulunuluyor. Çünkü dünyada Siyonizm işte budur. Zaten İsrail’in kuruluşundaki terör tedhiş hareketlerini, Deir Yasin Katliamlarını bilenler bunları yadırgamayacaktır. Üç tane olasılık vardı eğer uluslararası hukuk sistemi bugün İsrail değil de başka bir devlet olsaydı, Batılıların da muhtemelen aleyhinde çalıştıracakları istikamette şöyle çalışırdı: Birincisi, Uluslararası Adalet Divanı’nın önleyici tedbir kararları, o devlete karşı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi eliyle cebren uygulatılırdı. İkincisi, Güvenlik Konseyi’nden askeri müdahale kararı çıksaydı, birtakım devletler, Batılı devletler -Fransa Libya’da yaptırdı mesela- insani müdahale diyerek, koruma sorumluluğu diyerek o devlete hadlerini bildirirlerdi. Üçüncü olarak, Rusya’da olduğu gibi; çünkü Batı’nın hasmı olan Putin aleyhinde derhal tutuklama kararı çıkardı.

ABD, Avrupa Birliği ve farklı ülkeler, büyük bir uluslararası sorumluluk hukukundan kaynaklanan karşı önlemleri uygulayarak, ekonomik olarak o devlete karşı ciddi tedbirler uygulayabilecekti. Ama söz konusu İsrail olunca -bazı meslektaş hocalarım, ben de kendilerinden feyz alıyorum, İsrail’in ayrıcalıklılığı, İsrail istisnası diyorlar- uluslararası hukuktan bu şekilde muaf tutulması söz konusu. Bunun arkasında ABD başta olmak üzere, Anglosakson-Evanjelist-Siyonist ittifakı ayakta tutuyor. Bu bir güç; dünya realitesi bu.

Söz konusu İsrail olduğunda, söylediğim bu üç mekanizmanın üçü de işlemiyor. Bunlar uluslararası hukukta imkan olarak var ama uygulamaları devletler tarafından tercih edilmelidir. Tercih edilmediği takdirde uluslararası hukukun imkanları askıdadır. Potansiyel var ama fiiliyata geçmez. Bunu da bilmemiz lazım. Uluslararası hukuk genel kültürü açısından şöyle de bu kültüre sahip olmamız gerekiyor: Uluslararası hukuk sopasıyla devletleri ve milletleri öyle bir döverler ki, tarihinde yemediği dayağı yer, yüz yıl altından kalkamaz. O bakımdan, uluslararası hukuk yine de çok iyi bilinmelidir. Nerede işliyor, nerede işlemiyor, işlememesinin de kurallarından olduğu bilinmelidir. Sistem 70 senedir böyle dizayn edilmiştir. Yerine ne ikame edilecek, güçler dengesi yerine başka bir şey koymaya elverişli mi diye baktığımızda ise şu aşamada katiyen değildir. O yüzden bu dünya sisteminde bunu bilimiyle, genel kültürüyle bunları sık sık söyleyeceğiz. Artık mesele Gazze’yi de aşan bir boyutta, sistem problemi var.

İsrail Hakkında Özel Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurulabilir Mi?

Şili’nin eski devlet başkanı Augusto Pinochet’in yargılanmasında görev alan Macar asıllı ünlü insan hakları avukatı Amerikalı Reed Brody, Uluslararası Ceza Mahkemesi başsavcısının Netanyahu için tutuklama kararı talep etmesiyle modern tarihte ilk defa Batı’nın müttefikine karşı tutuklama emri talep edildiğini belirtmiştir. Bu emrin çıkarılmasının büyük bir gelişme olacağını ifade etmektedir. Hem Uluslararası Ceza Mahkemesi hem de Uluslararası Adalet Divanı’ndaki girişimlerin, İsrail’in on yıllardır süregelen cezasızlığını bozduğunu dile getirmektedir. Ayrıca, Francis Boyle, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın genel kurula gerekli gördüğü yardımcı organları oluşturabilmesi için yetki veren 22. maddesine[7] atıfta bulunarak İsrail için özel bir Uluslararası Ceza Mahkemesi oluşturulabileceği önerisini de sunmuştur[8].

Teknik olarak, ad hoc mahkeme adı verilen bu tür özel mahkemeler eski Yugoslavya ve Ruanda için kurulmuştur. Uluslararası Ceza Mahkemesi ise bu tür geçici mahkemelere gerek kalmaması ve tabii hakim ilkesine riayet edilmesi amacıyla kurulmuştur. Bu nedenle bu öneriyi çok gerçekçi bulmamaktayım.

Önemli bir husus da şudur ki, şu an İsrail, Uluslararası Adalet Divanı önünde devlet olarak uluslararası haksız fiilden, ayrıca soykırım olan en ağır ve ciddi fiilden yargılanmaktadır. Hakeza, devlet yetkilileri aleyhlerinde, insan olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin önünde başvurular bulunmaktadır ve savcı, bunları ciddiye alıp tutuklama kararı talep etmiştir. Şimdi bunlar, İsrail’in tarihinde olmamış olaylardır. Makyajı hakikaten dökülmekte, üstündeki yaldız da gerçek manada kaybolmaktadır. İsrail hâlâ "Batı medeniyeti için savaşıyorum" demektedir. Batı medeniyeti buysa bunu, temsil edenlerin katiyen söylemesi gerekmektedir. Değerlerin ne kadar çifte standartlı olduğu ve kendilerinden olmayanlara uygulanması söz konusu olduğunda bu durumun ne denli sahtekarca olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ancak dünya genelinde bir küresel kamuoyu vardır ve insanların zihinleri çok önemlidir. Biz bu cümleleri yaşananların üstüne bir de haklılık gasp edilmesin diye kuruyoruz. Zira güçlüler, güçlerine dayanarak zalimane katliamlarını sürdürmektedirler; bir de haklıyız diyerek dünya sahnesinde dolaşamasınlar diye uluslararası hukuk bilimiyle bilimsel hakikati ifade ediyoruz. Onlar haklı değil ve bu durumun dile getirilmesinden çok rahatsız olmaktalar. Bu durum, onların aleyhine bir sonuç doğuracaktır. İsrail’in, bu Evanjelist-Siyonist küresel iktidarının vadesi sayılıdır. Bu durum insanlığa rağmen bu şekilde devam edemez. Ancak o vade doluncaya kadar ne kadar daha zarar verecekler sorusu da önem arz etmektedir. Mümkün olduğu kadar artık onları bu işten geri çekilmeye zorlayacak uluslararası hukuk mekanizmalarını dile getirmeye çalışıyoruz.

Son olarak şunu ifade etmek gerekir ki sadece sorumluluk tedbirleri uygulansaydı, yeterince egemen devlet bir araya gelip İsrail ile ticareti kesseydi bu dahi çok büyük bir ilerleme olurdu. Dünya devletleri de kendi menfaatlerinin peşinde hareket etmektedir. Burada her şeyden önce Araplar katledilmektedir. Arap devletlerinin durumu ve tavrı ise ortadadır. Dolayısıyla dünya sahnesi budur. Milletimizin bu acı gerçekleri, sert gerçekleri hakikaten bilmesi gerekmektedir ki her gün bu doğrultuda çalışalım ve kuvvetlenmeye gayret edelim. Zira dünya böyle bir yer.

 

 

 


[1] Bu yazı, 10 Ekim 2024 tarihinde TRT Radyo Haber ‘Dünyanın Haberi’ programına Doç. Dr. Hakkı Hakan Erkiner’in vermiş olduğu röportajın deşifresinin Barış Eşmeli tarafından düzenlenmesi ile oluşturulmuştur.

[2] BM Antlaşması, madde 2/4: “Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.”

[3] BM Antlaşması, madde 39: “Güvenlik Konseyi, barışın tehdit edildiğini, bozulduğunu ya da bir saldırı eylemi olduğunu saptar ve uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunur veya 41. ve 42. maddeler uyarınca hangi önlemler alınacağını kararlaştırır.”

[4] BM Antlaşması, madde 41: “Güvenlik Konseyi, kararlarını yürütmek için silahlı kuvvet kullanımını içermeyen ne gibi önlemler alınması gerektiğini kararlaştırabilir ve Bileşmiş Milletler ¸yelerini bu önlemleri uygulamaya

çağırabilir. Bu önlemler, ekonomik ilişkilerin ve demiryolu, deniz, hava, posta, telgraf, radyo ve diğer iletişim ve ulaştırma araçlarının tümüyle ya da bir bölümüyle kesintiye uğratılmasını, diplomatik ilişkilerin kesilmesini içerebilir.”

[5] BM Antlaşması, madde 42: “Güvenlik Konseyi, 41. maddede öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağı ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir. Bu girişimler gösterileri, ablukayı ve Birleşmiş Milletler üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları içerebilir.”

[6] AA, “ABD: BMGK'de vetoyu çıkarlarımızı gözetmek için kullanıyoruz, mazeret beyan etmeyeceğiz.”, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/abd-bmgkde-vetoyu-cikarlarimizi-gozetmek-icin-kullaniyoruz-mazeret-beyan-etmeyecegiz/3332810. (Erişim Tarihi: 26.10.2024).

[7] BM Antlaşması madde 22: “Genel Kurul, görevlerini yerine getirmek için gerekli gördüğü yardımcı organları oluşturabilir.”

[8] AA, İnsan hakları avukatlarına göre, İsrail'i yargılama ve Netanyahu'ya çıkarılacak tutuklama büyük gelişme, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/insan-haklari-avukatlarina-gore-israili-yargilama-ve-netanyahuya-cikarilacak-tutuklama-buyuk-gelisme/3355249 ( Erişim Tarihi: 26.10.2024).

img

Doç. Dr.
Hakkı Hakan Erkiner