Filistin israil Meselesinin Analizinde Uluslararası Hukukun Metodolojisi

Filistin'de, hukuki adlandırmasıyla bir kuvvet kullanımı mevzu bahis. Bir tarafta 7 Ekim 2023'te Aksa Tufanı eylemini gerçekleştiren Hamas var, diğer tarafta bir muhatap devlet İsrail var. Uluslararası hukukta İsrail, evet, bir devlet. 1948'den beri Türkiye de tanıdı, birçok başka devlet de tanıdı.

Şimdi burada devlet dışı silahlı aktör olarak Hamas’ın kuvvet kullanması meşru mudur, gayri meşru mudur? Terörizm nedir, İsrail terörist devlet midir? Hakeza, Hamas terör örgütü müdür? Bu tartışmalar veya bu propagandalar herkesin angajmanına, aidiyetine ya da savunduğu menfaat odağının menfaatine göre birtakım farklılıklar gösteriyor. Mühim olan şey bunlar değil. Bizim için mühim olan şey, bizi bilimsel doğruya ulaştıracak pusulaya, teçhizata sahip olmak. Bırakacağız pusula kendi kendine kuzeyi gösterecek, doğruyu gösterecek. Pusulanın bilimine onu kandırmak için bir sahte mıknatıs yaklaştırıp da sahte bir kutup, sahte bir kuzey yaptırtmak bu metodolojiye ters düşer.  

Eski ölmüş büyük beyinlerin emeklerine binaen tümdengelim bu konuda doğru bir metodolojidir. Bu yazıda tümel kaideleri arz edeceğim ve nihayet somut olaya bu tümleri, bu kaideleri tatbik ettiğimizde bir matematik işlemini çözmüşçesine netice kendiliğinden ortaya çıkacak.

Deney, gözlem ve tümevarım doğru bir metodoloji olmakla beraber, iki normatif bilim burada mühimdir. Bunlardan birincisi matematiktir, diğeri hukuktur. Bunlar sözel bilimlerdendir, matematik bizatihi sözel ve mantıktır, ondan sonra sayı başlar. Matematik sözel ve mantık olduktan sonra sayı başlar. Hukuk da sözeldir ve mantıktır. Bunlar matematik önermelerle ilerleyen fikri, zihni, insani faaliyetlerdir. Bu yüzden tümden gelindiği takdirde, üçgen anlatılabilir. “Üçgen iç açıları toplamı 180 derece, üç kenarlı geometrik şekildir.” dedikten sonra bir kimse önündeki şeklin artık üçgen olup olmadığını kendi muhakemesi ile kendi tespit edebilir.

Tümdengelimde üçgeni, kareyi tanımlarım. Hangisi üçgen, hangisi kare diye karşıdakine bırakırım. Ortaya çıkan meselelerde de üçgenin üçgen ya da karenin kare olması ile alakalı bir ihtilaf yoktur. Mesele üçgene kare, kareye üçgen demek isteyenlerden kaynaklanır, bunların sebebi ise muhteliftir. Bir başka hususu daha ifade edeyim, tanımlarda problem yoktur. Üçgenin tanımı, karenin tanımı vardır, mesele “teşhiste ve tespitte” problem arz eder. Yani üçgenin tanımı pek âlâ üçgen olmakla beraber, kasti ve art niyetli bir biçimde ya da gayeye yönelik bir biçimde “O üçgen değil, karedir” diyenler olabilir. Dolayısıyla burada, ondan sonra insanların zihninde “Acaba tanımlarda ve bilimde mi bir problem var?” diye tereddüt oluşur. Tanımda bir problem yoktur, problem teşhisi ifade edenlerdedir. 

Uluslararası Hukukun Mutlak ve Mümkün Yapısı

Çok başka yerlerde söyleyegeliyorum ama hep söylemek lazım, bundan sonra da söylemeye devam edeceğim. Uluslararası hukuk mutlak bir hukuk değildir, mümkün bir hukuktur. Yani bağımsız egemen devletler, siyasal iradeleriyle, siyasal iktidarlarının iradelerinin oluşmasıyla, uluslararası hukukun neticelerini tecelli ettirirler ya da ettirmezler. Şöyle bir örnek vereyim, en çarpıcı ve sert gerçekçi örneklerden bir tanesi, 10 Aralık’ta Gazze’de ateşkes karar tasarısını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Amerika Birleşik Devletleri’nin veto etmesidir. Yanlış bulunabilir, amma ve lakin, bu yetkiyi uluslararası hukuk ona veriyor. Yani uluslararası hukukta veto etmemesi de veto etmesi de onun yetkisinde mevcuttur. 

Uluslararası hukuk; katliamları, soykırımları bugün her devletin müdahil olup durdurabilmesi bakımından insani müdahalede bir noktaya kadar gelişmiştir. Kuvvet kullanmaksızın insani müdahaleyi bir kenara bırakırsak, böylesi uluslararası hukukun emredici buyruklarına, örneğin soykırım yapmayacaksın gibi jus cogens buyruklu bütün devletlerin ileri sürebileceği, herkese karşı dermeyan edebileceği yükümlülükler, erga omnes yükümlülükler de ihlalde bulunan devlete karşı bütün devletlerin karşı önlem uygulayabileceği bugün Uluslararası Sorumluluk Hukukunda her devlete verilmiş bir yetkidir. BM UHK’nun 2001 yılında çalışmasını tamamladığı A/RES/56/83 belgesinin 41. maddesinin a, b ve c bentlerinde bunlar vardır. Bu belge teamüli olarak sorumluluk hukukunun ne olduğunu bugün bize yansıtan yazılı bir metindir. Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırlayıp, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edildiği üzere kodifiye edilmemiş teamüli normları yansıtmaktadır. 

Bu öyle bir yetki ki, misal Rusya'ya karşı Batı, Amerika Birleşik Devletleri’nin ağır tazyiki altında, ekonomik menfaatlerine aykırı bir biçimde, bunları tatbik ediyorlar. Türkiye, Rusya’ya karşı bunlara iştirak etmiyor. Peki, etmemesi de Türkiye’nin yetkisinde mi? Tabii ki yetkisinde. Bu mümkün bir hukuk. Türkiye bağımsız bir egemen devlet. Diğerleri diyemiyor ki, “Niye katılmıyorsun?” Onlar katılıyor, bir başka yerde ise, misal, İsrail’in Filistinlilere karşı katliamı artık ayyuka çıkmışken, soykırım mertebesine varmışken aynı devletler, Batı bloğu, İsrail’e karşı bu önlemleri uygulamıyor. Peki, uygulamaması da mı yetkisindedir? Evet, öyledir. Uluslararası hukuk bu kadar, uluslararası hukukun bu kadar olduğunu bilmek lazım, bu mekanizma kendi içerisinde böyledir. 

Dolayısıyla “Uluslararası hukuk hayata geçiyor, geçmiyor” tartışmasının ötesinde, geçmemesi de uluslararası hukukun yapısal, varoluşsal, egzistansiyalist bir olgusudur. Tasarım böyle demiyorum, çünkü bu tasarlanmadı. Uluslararası hukukta bir tasarlayan, kanun koyucu yoktur. Bu uluslararası hukukun tarihinde kendiliğinden böyledir. Çünkü, her devlet egemen ve süje olarak eşittir. Bu yatay bir hukuktur. O yüzden uluslararası hukuka “Ama uygulanmıyor ki” şerhinden kurtularak bakılmalıdır. Çünkü uluslararası hukukun üç işlevi var: Vakayı, olguyu, fenomeni ortaya koyan bir dil olma, bilim olma ve hukuki ihtilafları çözerek adaleti tecelli ettirme.

Uluslararası Hukukta Haklılığın Gaspı ve İsrail

İkinci bir nokta, uluslararası hukuk bir bilimdir. Bir bilim işte, kim haklı? Biz kimin haklı olduğunu tarafsız bir noktadan tespit edip merakımızı gidermek, adalet duygumuzu buna göre yönlendirmek istiyorsak kimin haklı olduğunu nereden bileceğiz? Uluslararası hukuk bilimi haklılığın bilimidir ve şu çok acıdır; haklılık da uluslararası hukuk savaşımıyla, yani uluslararası hukuk bilimi üzerinden yapılan mücadeleyle gasp edilir. Hem insanları öldürürler hem 10.000 bebeği öldürürler hem de meşru müdafaa diye haklılık iddia ederler. Bu bizler için ayıptır. 10.000 bebeğin öldürülmesine mâni olamadıktan sonra, bir de haklılığı gasp ederler, bizler için ayıptır. Bebeklerin öldürülmesine mâni olamadıktan sonra bilimin hakkını vermeyip bir de haklılığı gasp ettirirsek yazıklar olsun. Çünkü İsrail hem katliamcı hem de bir de haklıymış gibi benim yaptıklarım meşru müdafaadır diyebilmektedir. Ateşkesi ise kabul etmez. Çünkü ateşkes İsrail'in meşru müdafaasına(!) zarar verir. Haksızlar ama haklılığı bir de gasp ediyorlar. Haklılığı gasp ettirmeyeceğiz. Neyin haklı, neyin haksız olduğunu da bu bilim istikametinde demek ki tespit edeceğiz.

Uluslararası hukukun üçüncü işlev olarak adaletin tecellisi, hukuki ihtilafları çözme boyutu vardır. Bu işlevi açısından tekrar etmek lazım, uluslararası hukuk mutlak bir hukuk, muhakkak bir hukuk değil. Bu mümkün bir hukuk. Birçok noktada gayri mümkün olduğunda da demek ki bunun yapısal vaziyeti işte budur. 

Nihayet uluslararası hukukun benim işlediğim dördüncü bir işlevi var. Uluslararası hukuk sopasıyla dayak yememek için uluslararası hukuk bilmek zorundayız. Çünkü siz bilmezseniz, uluslararası hukuk sopasıyla hayatınızda yemediğiniz dayağı yersiniz. Millet olarak, devlet olarak haklıyken, sana haksız der, sen kendini korurken saldırgan taraf sensin der. Sen işgal altındaki topraklarını kurtarırken, işgalci sensin der. Seni uluslararası hukuk sopasıyla başka yerde uygulamadığı A/RES/56/83 madde 41/a-b-c ile, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla öyle bir döver ki ne devletliğin kalır ne de millet olarak vatanın… Dolayısıyla, her şeyden önce entelektüel olarak zihni bakımdan mücadele, haklılığını ifade ve haksızlıktan imtina edebilmek için uluslararası hukuk bilmek lazımdır. O sebepten ötürü benim nazarımda uluslararası hukukta, güçlü ama aynı zamanda da tabii ki gücün getirdiği yükümlülüklerin idrakinde bir devlet olmak şarttır. 

Kendi Kaderini Tayin Hakkı, Kuvvet Kullanma ve Meşru Müdafaa

Problem tanımda değil teşhis, tespit ve söylemdedir. Yani yeri gelir ona üçgen der, yeri gelir buna kare der. Halbuki elindeki dairedir. Hâl böyle olduğuna göre terörün ne olduğu konusunda çok berrak, çok net bir kafa yapısına sahip olmamız lazım. Bunu yapabilmek için self-determinasyon hakkının kime bahşedildiğini iyice idrak etmemiz lazım. 2000 tarihli Birleşmiş Milletler Milenyum bildirisinin 4. paragrafı, self-determinasyon ilkesini teyit ediyor: “Tüm devletlerin egemen eşitliği, toprak bütünlükleri ve siyasal bağımsızlıklarına saygıyı aktör devletler beyan etmişlerdir.” diyor. Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’den müteşekkil insan haklarına ilişkin ve yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler sözleşmelerinin ortak maddesi de halkların kendi kaderlerini tayin hakkını tespit ediyor.

Geriye şu kalıyor: Filistin’de işgal altında toprak var mı? Çünkü üçgeni tanımladık, varsa işte oradaki halkın hürriyeti için kendi kaderini tayin hakkı için kuvvet kullanma yetkisi olacak. Filistin’de işgal altında toprak var mı? İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında inşa etmekte olduğu duvar konusundaki 9 Temmuz 2004 tarihli Uluslararası Adalet Divanının danışma görüşüne göre var. 1949 tarihli 4 Cenevre Sözleşmesi ile ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Birleşmiş Milletler Genel Kurul kararları dahil uluslararası hukukun kural ve ilkeleri uyarınca İsrail işgalci devlettir dedi.

Uluslararası Adalet Divanı danışma görüşünde, Divan tarafından alınan danışma görüşünün 155. paragrafı Filistinlilerin self determinasyon hakkının olduğunu söyledi. Hem de bu “erga omnes” dedi. 159. paragrafı, Arası Adalet Divanı demin zikrettiğim A/RES/56/83 belgesi madde 41/a, b ve c bentlerinde bulunan gayrimeşru durumu meşru olarak tanımamaya vurgu yapıldı. 

1949 Cenevre sözleşmeleri, harp ve silahlı çatışma hukukunun kaynağıdır. Bunun eki olan 1977 tarihli 1 nolu ek protokolün 1. madde 4. fıkrası, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda ve Birleşmiş Milletler Antlaşması uyarınca devletler arasında dostça ilişkiler ve işbirliği hakkındaki Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi’nde hüküm altına alınan kendi kaderini tayin hakkını kullanan halkların, sömürge tahakkümüne -uluslararası terör örgütü demiyor-, yabancı işgaline ve ırkçı rejimlere karşı mücadele ettiği silahlı çatışmaları bu 49 ve 77 hukukuna dahil ediyor.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 14 Aralık 1974 tarihli ve 3314 sayılı Saldırının Tanımı Kararı, yabancı işgaline karşı bağımsızlık mücadelesi veren silahlı süjelerin mücadelesini 7. maddede yer alan kuvvet kullanma yasağının dışında tutmaktadır. Sömürge ve Yabancı Üstünlüğüne Ve Irkçı Rejimlere Karşı Mücadele Veren Savaşçıların Hukuksal Statüsüne İlişkin Temel İlkeler Kararının 3. paragrafı, yabancı işgaline karşı halkın silahlı mücadelesini 49 sözleşmesi uyarınca silahlı çatışmadan sayıyor. Ve gene silahlı çatışmalarda mağdurların korunması konusuna ilişkin 77 protokolünün 1. maddesinin 4. fıkrası yabancı işgaline karşı halkların silahlı mücadelesini kapsamakta ve mücadele eden bireylere savaşçı statüsü vermektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi, 5 Şubat 2021’de Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’yi İsrail işgali altındaki Filistin toprakları olarak zikretmiştir. 

Kaideler istikametinden konuya bakalım. İsrail uluslararası hukukta bir devlettir ve kendi topraklarında sivillerine saldırı geldiğinde her devlet gibi kendini koruma hakkı doğar. Bu dar çerçevede bir meşru müdafaadır. Ancak Filistin’e karşı İsrail meşru müdafaa hakkını kullanıyor denilemez. Çünkü self determinasyon hakkından ötürü kuvvet kullanan bir Filistin’e karşı işgalci bir devlet olarak zaten İsrail'in meşru müdafaa hakkı olduğu söylenemez. Kendi toprakları varsa ki onu da bilemiyoruz. İsrail hudutları belli olmayan bir devlet. 1948’den sonra 1. Arap-İsrail Savaşı’nda dünya kadar toprağı işgal etti. 1968’den sonra hakeza yine dünya kadar yer işgal etti. Yani Filistin'de neredeyse toprak bırakmadılar. Hal böyle olduğuna göre İsrail’in, 7 Ekim’de sivilleri itibariyle dar çerçevede bir kendini koruma hakkı doğduysa bile meşru müdafaa hakkı meşru mudur, değil midir? 

Uluslararası hukukta üç kriter var: Bir gerekli olacak, silahlı bir saldırıya uğrayacaksın ya da olması muhakkak bir silahlı saldırı tehdit altında olacaksın. Muhtemel değil; muhakkak, ciddi ve kesin. Bu hukuki bir tabir. İkinci olarak mutlaka orantılı olacak. Üçüncü olarak ölçülülük. Burada ben bütün ağırlığı orantılılığa vermek istiyorum. Orantılı olmayan bir kuvvet kullanımı bizatihi silahlı saldırıdır ve bugün kat’a İsrail meşru müdafaa durumunda değildir. Meşru müdafaada orantılılık ilkesini ihlal eden bir kuvvet kullanımı bizatihi bir silahlı saldırıdır. Modern hukukta orantılılık ilkesi olmazdan evvel, ondan 1000 yıl önce, Miladi 9, Hicri 2. asırda klasikler yazıldığında, haddi aşmama ilkesi uluslararası savaş hukuku tarihinin en önemli bir bileşeni olarak İslam savaş hukukunda vardı. Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Statüsü’nün 7. maddesi 10 bent halinde insanlığa karşı suçu düzenliyor. Örneğin toplu yok etme, köleleştirme, nüfusun sürgün edilmesi veya zorla nakli, uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek, hapsetme veya fiziksel özgürlükten başka biçimlerde mahrum etme, işkence, zulüm, kişilerin zorla kaybedilmesi, apartheid (ırk ayrımcılığı) suçu bunlardan birkaçıdır.

İsrail ve destekçileri 1949 Sözleşmesi’nin 18 ve 19. maddesine çok sarıldılar. 19. madde diyor ki, hastaneler askeri amaçla kullanılırsa hastane gibi korunmaz. İsrail bu maddeye dayanarak 18 Ekim 2023 tarihinde El-Ehli Baptist Hastanesi’ni gayri ispatla, tevatürle bodrumda Hamas var diyerek bombaladılar ve hastanede yatan 500 sivili öldürdüler. Velev ki var diyelim, bu şekilde yine vuramazsın. 500 sivili birden öldüremezsin. Bu hastane meselesi orantısız yani bazı şeyler o kadar aşikâr ki… Orantısız vuramazsın, silahlı saldırı suçudur. Dolayısıyla meşru müdafaa orantılı uygulanırsa meşru müdafaadır. İsrail, ekimden itibaren bu kuvvet kullanımıyla zaten meşru niteliğini kaybetmiştir. 

Uluslararası Hukukta Terörizmin Tanımı

Terörizm hukuki zaviyeden ulusal ve uluslararası hukuki zemin olmak üzere iki perspektifte incelenebilir. Türk hukukunda 373 sayılı Terörle Mücadele Kanunu bu noktada esas alınmalıdır. Türk hukukunda bu istikamette 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 3952 Sayılı Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun, 3233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun, 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu ve 1481 sayılı Asayişe Müessir Bazı Fiillerin Önlenmesi Hakkında Kanun olmakla beraber esas 3713 sayılı kanundur. Mukayeseli hukukta ben bilhassa Fransız Ceza Kanunu madde 421’e bakılmasını tavsiye ederim. İngiliz hukukunda 2 Temmuz 2000 tarihli Kraliyet onaylı ve 19 Şubat 2001 tarihinde yürürlüğe giren Terörizm Kanunu, 2001 tarihli Amerika Birleşik Devletleri Yurtseverlik Kanunu da önemli düzenlemeler içeriyor. Avrupa Birliği hukukunda çok önemli düzenlemeler var. Fakat bunların arasında en önemlisi Terörizmle Mücadele Hakkında Avrupa Birliği Konseyi Çerçeve Kararıdır. Karar’da, terörle mücadelede hiçbir tolerans ve boşluk bırakmama gayretini görüyoruz. 

Uluslararası hukuk perspektifine bakılırsa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin uluslararası terörle alakalı 20’ye yakın çok mühim kararı var. Hem tanım getiriyor hem de bilahare mücadele gerekliliğini ve devletlerden ne beklenmesi gerektiğini ifade ediyor. Terörizm hedef grupta kendi siyasi gayesine ulaşmak için korku yaratmak amacıyla şiddet kullanma veya şiddet kullanma tehdidinde bulunmadır. Bu, Birleşmiş Milletler Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun uluslararası terörizm tanımıdır. Devletler bu tanımı kabul etmiştir, teamülen bunda herkes müşterektir.

Hamas Terör Örgütü Mü, İsrail Terörist Devlet Mi?

Filistin halkına mensup devlet dışı silahlı aktör olan Hamas, İsrail işgaline karşı silahlı kuvvet kullanmıştır. Bu self-determinasyon hakkından ileri gelen bir kuvvet kullanma yetkisidir. Silahlı süje ister meşru müdafaadan ister bir halkın self-determinasyon hakkı için kuvvet kullanan bir savaşçı olsun, bunların hepsi şeksiz şüphesiz 1949 yılındaki 4, 1977 yılındaki 1 ve 4 nolu protokoller ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü 6, 7 ve 8. maddelerde yer alan çatışma hukuku kurallarının hepsine uymakla yükümlüdür. Kimse sivillere saldıramaz, kimse silahını bırakmış savaş esirine şiddet uygulayamaz, kimse sivil yerleşimlere saldıramaz, kimse hastaneleri, mabetleri, okulları vuramaz. Herkes bunlara riayet etmekle yükümlüdür. İhlal ederse ve delil olursa, dosyayı incelendiğinde bunu yapana savaş suçlusu denir. Kuvvet kullanma hakkına ilişkin jus ad bellum -jus in bello değil- bellidir. Dolayısıyla şüphesiz Hamas başlangıç itibariyle self determinasyon hakkına binaen kuvvet kullanıyor. Sivillere saldırılmaması lazımdı, saldırısı savaş suçudur.

Bir kuvvet kullanımı baştan meşru ya da gayrimeşru olabilir ama meşru da gayrimeşru da olsa silahlı çatışma hukukuna uygun sürdürülmezse silahlı çatışma suçunu işleyebilirsiniz. Bir devlet meşru müdafaa hakkından kaynaklanmaksızın kuvvet kullanırsa insani müdahaleyi bir kenara bırak, silahlı saldırgandır, yaptığı fiil ise saldırı suçudur. Eğer self determinasyon hakkı olmaksızın ve kuvvet kullanma hakkından ileri gelmeksizin zaten baştan gayrimeşru, ırkçı, ayrılıkçı, bölücü sebeplerle kuvvet kullanıyorsa o da zaten teröristtir ve onun işledikleri terör suçudur. Baştan hakkı varken eğer savaş hukukuna riayet etmiyorsa terörist değildir ama yaptığı savaş suçudur. Benim nezdimde üçgen kareden üstün ya da kare üçgene tercihe şayan değildir. Üçgen üçgendir, kare karedir. Savaş suçlusu savaş suçlusudur, terörist teröristtir. Bunlar birbirinin yerine kullanılamaz.

Batı Şeria’da veya Doğu Kudüs’te ya da şimdi Gazze’ye doğru da belki sarkacak bu silahlı Yahudi yerleşimciler terörist midir? Teröristtir çünkü kuvvet kullanarak, şiddet kullanarak yerli halkı terörize ederek yerinden etme gayesiyle şiddet kullanıyorlar. Bunlar tam teröristtir. PKK da Suriye’de ve Irak’ta, benzeri tedhiş hareketleriyle Arapları, Türkmenleri yerlerinden ederek oraları kolonize etmeye çalıştı. Metodolojik olarak yaptıkları şey de önce tapu kadastro dairelerini yakarlar. Ondan sonra da yerli halkı defetmeye uğraşırlar. Bunlar hukuka aykırı fiiller olduğu için bu fiillerle elde edilen neticeler hukuka uygun addedilemez. 

Sonuç

Şayet başta self determinasyon hakkı varsa, sömürge idaresi, yabancı işgali ve ırkçı yönetim altında o takdirde kuvvet kullanma yetkisi var. Uluslararası harp ve silahlı çatışma hukuku uyarınca bu devlet dışı silahlı aktörlerin mensupları savaşçı statüsüne sahiptir. Onlar savaş hukukunu ihlal ederse savaş suçlusu olur. Lakin baştan kuvvet kullanma hakkı, jus ad bellum, bu jus contra bellum haklı savaş yani self determinasyon hakkın olmaksızın savaşa karşı hukukta en kadim ilkedir.

Ayrılıkçı, bölücü, siyasi gayeyle kamu otoritesinde ve halkta terörize ederek siyasi gayeye ulaşma saiki ile şiddet uygular ya da şiddet uygulama tehdidinde bulunulursa metodoloji olarak bunun adı terörizmdir. Fiil olarak da bunun adı terör eylemidir. O da terör suçudur. Şimdi dolayısıyla savaş suçu ve terörizm, bunların ikisi birbirinden üçgenle kare kadar birbirinden farklıdır.

Topraklar açısından ise uluslararası hukukta da hukukun kadim ilkesi gereği kimse hukuka aykırı fiillerinden kendisi lehine meşru bir netice elde edemez. Filistin konusunda 9 Nisan 1948 Deir Yasin Katliamı’ndan itibaren Siyonist terör örgütleri o günden bugüne parçalaya parçalaya, etinden et kopara kopara Filistin’de bir avuç toprak bıraktılar. O 40 kilometrekarelik yere 2,5 milyon insanı tıktılar ve şimdi orayı da insansızlaştırmaya çalışıyorlar. 

Fikriyatı düşüncemiz ne olursa olsun, hakikati arayalım, pusulamız olsun. Yani ayrılabiliriz, birleşebiliriz. Pusulayı kullanmaya devam edelim, doğruyu buluruz.


img

Doç. Dr.
Hakkı Hakan Erkiner