NATO’NUN İMAJ, İTİBAR VE SAYGINLIK ÜZERİNDEN OKUNMASI: TARİHSEL SÜREÇ VE GÜNCEL YANSIMALAR

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), 1949 yılında kurulmasından itibaren yalnızca bir askeri ittifak değil, aynı zamanda küresel düzeyde bir güvenlik mimarisinin parçası olarak imaj, itibar ve saygınlık unsurlarını da stratejik düzeyde yönetmeye çalışmıştır. Bu üç kavram, yalnızca askeri kapasiteyle değil, aynı zamanda kamu diplomasisi, ittifak içi dayanışma ve meşruiyet zemininde şekillenen algılarla da doğrudan ilişkilidir.

Bu bağlamda NATO’nun tarihsel serüveni, bu üçlü yapının dönüşümüne dair önemli göstergeler sunmaktadır.

Soğuk Savaş döneminde, özellikle 1966 yılına kadar NATO, Avrupa güvenliğinin temel dayanağı olarak itibarını büyük ölçüde korumuştur. Ancak bu süreçte Fransa’nın NATO’nun askeri kanadından ayrılması (1966), hem NATO’nun kurumsal bütünlüğüne hem de algısal düzeydeki imaj ve itibarına zarar vermiştir. Fransa gibi Avrupa’nın temel bir aktörünün NATO ile olan ilişkilerinde yaşanan bu tür gerilimler, örgütün saygınlığına yönelik sorgulamaları da beraberinde getirmiştir.

Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun müdahaleleri —örneğin Kosova, Körfez Savaşı ve Bosna-Hersek krizlerinde— kamuoyunda ve bazı devletlerde “başarısızlık” algısına neden olmuş; bu durum örgütün hem imajını hem de itibarsal statüsünü zedelemiştir.

11 Eylül ve NATO’nun 5. Maddesi Bağlamında Yeni Rolü

2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül saldırıları, NATO tarihinde bir kırılma noktasıdır. Zira bu olay, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın 5. maddesinin ilk kez devreye sokulmasına neden olmuştur. Söz konusu madde, bir üye devlete yapılan silahlı saldırının tüm üyelere yapılmış sayılacağına hükmetmektedir. Bu çerçevede, ABD’nin saldırıya uğraması üzerine tüm NATO üyeleri, meşru müdafaa gerekçesiyle Afganistan’da askeri operasyonlara katılmıştır.

Bu gelişme, Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın 51. maddesiyle doğrudan ilişkilidir. Zira 51. madde, devletlere silahlı saldırı durumunda meşru müdafaa hakkı tanımaktadır. NATO’nun bu çerçevede hareket etmesi, örgütün sadece askeri değil, aynı zamanda uluslararası hukuki meşruiyet zemininde de konumlanmaya çalıştığını göstermektedir.

Fransa’nın 2009 yılında NATO’nun askerî kanadına yeniden dönmesi, örgütün saygınlığını yeniden kazanmasına katkı sağlamış; özellikle Ukrayna Krizi sonrasında NATO’nun önemi tekrar gündeme gelmiştir. Bu gelişmeler, örgütün hem imajında hem de uluslararası sistemdeki işlevselliğinde bir toparlanma sürecini işaret etmektedir.

Trump Dönemi: NATO’ya Tüccar Akıl ile Yaklaşım

Donald Trump yönetiminin NATO’ya yaklaşımı, daha çok maliyet–fayda ekseninde şekillenmiştir. Trump, ABD’nin NATO içinde orantısız bir yük taşıdığını dile getirmiş ve bu durumu sorgulamıştır. NATO üyelerinin gayrisafi yurtiçi hasılalarının %2’sini savunma harcamalarına ayırma taahhüdü, Trump tarafından sık sık gündeme getirilmiştir. Oysa bazı ülkeler bu hedefi yerine getirmemektedir. ABD ise savunma bütçesi açısından bu yükün önemli bir kısmını (%3,38–%3,71 arasında) tek başına üstlenmektedir.

Trump’ın yaklaşımı, NATO’yu bir “ticari ortaklık” gibi görme eğiliminde olduğunu ve stratejik ortaklıktan çok ekonomik yük paylaşımına odaklandığını ortaya koymuştur. Bu tutum, ittifak içi dayanışmayı ve kolektif savunma anlayışını zedeleyici etki yaratmıştır.

Arktik Bölgesi ve Grönland: Yeni Rekabet Alanları

ABD Başkanı Trump 23 Aralık 2024 tarihinde Grönland Adası’nın ABD’nin toprağı olması talebini 2019 yılından sonra ikinci kez tekrar gündeme getirdi. Bu taleple beraber Grönland Adası ve Arktik bölgesi tekrar gündemin tartışma konusu haline gelmiştir. ABD ve Danimarka gibi NATO’nun iki kurucu ülkesi arasında yaşanan bu gerginlik, NATO’ya karşı eleştirileri ve güven zedelenmesini de beraberinde getirmiştir.

Son yıllarda Arktik bölgesine yönelik ilgi giderek artmaktadır. Bunun arkasında yatan temel neden, bölgedeki buzulların erimesiyle birlikte yeni deniz yollarının açılacağı öngörüsüdür. 2060’lı yıllarda bu yolların, buz kırıcı gemilere ihtiyaç olmaksızın kullanılabilir hâle geleceği tahmin edilmektedir. Bu durum, bölgenin hem ticaret hem enerji taşımacılığı açısından stratejik önemini artırmaktadır.

Bu bağlamda Grönland, sadece coğrafi büyüklüğüyle değil, aynı zamanda doğalgaz, petrol ve nadir element rezervleriyle de küresel rekabetin merkezine oturmuştur. Danimarka’ya bağlı özerk bir bölge olan Grönland, 2.166.086 km²’lik yüzölçümü ve yaklaşık 56.000 kişilik nüfusuyla dünyanın en büyük adasıdır. Nüfusun %95’i adanın batı kıyısında yaşamaktadır. Adanın kuzey kesimlerinde önemli miktarda hidrokarbon rezervlerinin tespit edilmesi, bölgenin enerji güvenliği açısından da önem kazanmasına yol açmıştır.

Grönland yakınlarındaki Hans Adası, Kanada ile Danimarka arasında yıllarca süren bir sembolik egemenlik rekabetine sahne olmuştur. 1978–2022 yılları arasında her iki ülke, adaya sırayla bayrak dikerek ve ulusal viskilerini bırakarak bir tür “şaka yollu çatışma” yürütmüşlerdir. Bu olay kamuoyunda “Viski Savaşları” olarak anılmıştır. Nihayet 2022 yılında yapılan bir anlaşmayla ada iki ülke arasında paylaşılmış ve Danimarka, ABD’den sonra Kanada’nın ikinci kara sınır komşusu hâline gelmiştir.

Bu örnek, Arktik bölgesindeki egemenlik iddialarının uzlaşıyla çözülebileceğini göstermektedir. Ancak bölgenin genelinde artan stratejik ve ekonomik çıkarlar, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) kapsamında yorumlanmakta; ancak bu sözleşme artık yeni jeopolitik gerçeklikleri karşılamada yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle bazı kıyıdaş ülkeler, Arktik için yeni bir bölgesel deniz hukuku rejimi oluşturulması gerektiğini savunmaktadır.

Uluslararası hukuk açısından, kıyıdaş ülkelerin uzlaşma sağlayamaması hâlinde Uluslararası Adalet Divanı veya Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesi gibi mercilerin devreye girmesi kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca ülkelerin kolektif çıkarları değil bireysel çıkarları öncelediğinin göstergesi olan bu durumlar, yeni çatışmaların ve ittifakların dağılma tehlikesinin de habercisi olmaktadır.

Sonuç

Sonuç olarak hem ABD’de hem Avrupa’da hem de Arktik bölge gibi yeni çatışma alanlarında yaşanan gelişmeler NATO’nun varlığının ve gayesinin tekrar sorgulamaya açılmasına neden olmuştur. Bu denli büyük krizler karşısında eğer NATO gereken adımları atıp imajını, itibarını ve saygınlığını koruyamazsa bu sorgulamalar ileri boyutlara ulaşabilir ve somut sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu durum ise artan güvenlik ihtiyacı ve algısı karşısında yeni oluşumların önünün açılmasını netice verebilir.

img

Uzman
BARIŞ EŞMELİ