BATILI DEVLETLERDE SAĞ OYLARIN ARTMASI VE YENİ ULUSLARARASI DÜZENE GİDİŞ
Amerika’da Trump’la birlikte Cumhuriyetçi Parti iktidarda. Demokratlar büyük bir yenilgi aldılar. Çoğu Avrupa ülkesinde sağ oylar hızla yükseliyor. Avrupa’daki sağ oyların yükselişi ile Amerika’da sağın yükselişi arasında önemli farklar var.
Avrupalılar, seçim kazanmak için Ukrayna-Rusya savaşını çıkaran Amerikan Başkanı Biden’ın politikalarını takip edip, aynen eski Doğu Avrupalı Sovyet uydusu olan devletler gibi davranarak bu savaşın içine daldılar. Bu dalış onların Ukrayna’ya milyarlarca dolarlık silah, cephane yardımı yapmaları ve mali destek vermelerine neden oldu.
Giriş
Ukrayna’dan binlerce insan Batı’ya göç etti. Ayrıca Afrika’yı ve Ortadoğu’yu karıştıran Batılı devletler, bu karışmalarının bedelini milyonlarca insanın kendi ülkelerine göç etmeleriyle ödemek zorunda kaldılar. Afrika, Ortadoğu ve Asya’dan gelenler ayrı bir kültürün temsilcisi olarak denizleri, boğazları aşarak geldiler. İslam, Hıristiyanlığın ana vatanı Avrupa’yı işgal etti. Bu göçün daha ufak bir bölümü Amerika kıtasına erişti. Ancak Latin Amerika’yı kendi şirketlerine bağlı tuz madenlerine çeviren Amerika’ya Latin Amerikalıların göçü artarak gelmeye başladı. Hatta 150 bin Türk vatandaşı da Teksas’ı Meksika’dan ayıran Rio Grande Nehri’ni, “Kartel” olarak adlandırılan şebekelerin yardımıyla geçti ve Amerika’ya yerleşti.
Kendisini teknoloji devi olarak gören Amerika’nın asıl büyük sorunu ise, 1990’da Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olarak kabul ettirdiği Çin’in kendisini teknolojik olarak aşması, büyük bir rekabet gücü oluşturması ve Amerika’nın tahminlerinin aksine kapitalist sistemine karşılık demokrasi olmaması oldu.
1945’ten sonra kurulan yeni dünya düzeni, sürekli savaşlar, devletlerin içişlerine müdahaleler, büyük göçler ile günümüze kadar geldi. Oysa kurulan düzen, uluslararası hukuka bağlı, serbest ticaretin alabildiğine açıldığı, düzeni desteklemek için uluslararası yapılanmaların oluşturulduğu bir düzendi. Amerika’nın kurduğu bu düzenin karşısında Rusya’nın sosyalist yapılanması vardı ve 1950’lerde Çin, Rusya’ya eklendi. Bu iki sistem birbiriyle ekonomik, sosyal, siyasal açıdan rekabet edip belirli bir denge içinde var olabilirlerdi. Başarılı olamayan, yavaş yavaş silinip gidecekti. Çin’in yöneticisi Deng Xiaoping ile birlikte kapitalizme dönüşü gibi.
Daha barışçı ve olumlu bir rekabeti önleyen yapı, II. Dünya Savaşı sırasında Amerika’nın Hitler Almanyası’na, Mussolini’ye, Japonya’ya karşı geliştirdiği “Savaş Devleti” modeli oldu. Bu model, Amerika’nın bir refah devleti olmasını önledi. Onlarca savaşın çıkmasına neden oldu.
Belki yakın bir gelecekte Batı’nın çökmesinin ya da uluslararası hâkimiyetini tamamen kaybetmesinin ardından bir dünya savaşı çıkmasının nedeni bu “Savaş Devleti”nin bir uygulaması olacaktır.
A- Savaş Devleti
II. Dünya Savaşı, Amerika tarihinin dönüm noktasıydı. Amerika savaştan dünyanın en güçlü devleti olarak çıkmıştı. Atom bombasına tek başına sahip olan bu devletin başka devletlerden çekinmesine gerek yoktu. Finansal açıdan altına bağlı olan dünya para sistemi, Amerikan Başkanı Roosevelt döneminde dünya merkez bankalarının ve ulusların rezerv parası olmuştu. Amerika’nın uluslararası sahnede sürekli rolü olmasını isteyenler sayesinde serbest ticaret taraftarları ve küresel para piyasaları bu gelişmeden çok kazançlı çıkmışlardı.
Wall Street bankerleri, dünyadaki diğer devletlere borç para verip en kazançlı çıkan kimseler olmuştu. Başkan Roosevelt , Stalin Rusyası ile anlaşabilen bir adamdı. Nisan 1945’te ölünce, cenaze törenine katılan Sovyet dışişleri bakanı Molotov, artık Amerika ile Moskova’nın arasının açılacağını bildirmişti.[1] Roosevelt’in yerine seçilen Harry Truman, Missouri’li bir kravat satıcısı olarak iş hayatına atılmıştı. Uluslararası konulara olan bilgisi azdı. O yüzden, II. Dünya Savaşı gelişmelerinden ve Amerika’nın atom bombasına sahip olduğundan habersizdi.[2] Truman, Roosevelt tarafından II. Dünya Savaşı’nda asker ve mühimmat tedariki için kurulan Savaş Seferberlik Ofisi’nden de habersizdi. Oysa Seferberlik Ofisi, hızla gelişen “askeri-endüstriyel” yapının temelini oluşturmaktaydı. Bu ofisin başında bulunan kimse, Harry Truman’ın dışişleri bakanı olacaktı. Japonya ve Almanya’dan sonra yeni tehdit Truman için Sovyetler Birliği’ydi. O dönemde Stratejik Hizmetler Ofisi, bugünkü adıyla Merkezi İstihbarat Servisi (CIA), Truman’a Sovyetler Birliği’nin Amerika’nın askeri potansiyelini aşabileceğini söylemişti. 1949’da Sovyetlerin patlattığı atom bombası Truman’ı telaşa düşürdü.
Başkan Truman, kendisine gelen bilgilere göre Komünizmin Avrupa’ya yayılmasını, 1945 sonrası kurulmaya başlanan sistem için bir tehdit olarak algılamıştı. Komünist hareketlerin yayılabileceği ülkelere mali yardım yapılması gerekmekteydi. Bu yardımı Kongre’den çıkarmak için Amerikan halkının epeyce korkutulması gerekmişti. Truman, Amerikan Kongresi’nde yaptığı konuşmada Truman Doktrini’ni ilan etti.
Truman, Amerika’nın; silahlı azınlıkların ve dış baskıların etkisinde boyunduruk altına alınmaya çalışılan özgür halkları destekleyeceğini açıkladı. İlk girişim ekonomik ve finansal alanda olacaktı…[3]demiştir. Daha sonra dışişleri bakanlığına atanan eski ordu komutanı George Marshall ile birlikte meşhur Marshall Planı’nı geliştireceklerdir. Artık Avrupa’ya ekonomik yardım bu plan üzerinden yağmaya başlayacaktır. Ancak bu tür gelişmeler, Sovyet tarafı tarafından güvenlik tehdidi olarak algılanacağından ve Amerika’nın silah üretmeye başlaması ile Avrupa’ya yayılması karşısında, Sovyetler Birliği ile aralarında silah yarışı ve güç dengesi diplomasisi uygulanmaya başlanacaktır.
Bu gelişmelerin yanında, Sovyetlerin atom bombasını patlatması (1949), Berlin Krizi ve 1950’de Kore Savaşı’nın ortaya çıkması sonucu Amerika askeri gücünü artırmak durumunda kalmıştır. Truman’ın emri üzerine Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi meşhur 68 no’lu raporunu (NSC-68) yayınlamıştır. Bu rapor, yoğun bir silah yarışı ve bütün dünyada Amerika’nın müdahale etmesinin önünü açıyordu.[4] Bu belge ile birlikte Amerika, savaş devleti oluyordu ve askeri-endüstriyel kompleks Amerikan siyasal sisteminde ağırlık kazanıyordu.
B- Askeri-Endüstriyel Yapı
Askeri-endüstriyel yapı; silahlı kuvvetler, Savunma Bakanlığı, savunma firmaları ve savunma endüstrisinden oluşmaktadır. Askeri kısmı, “üniformalılar” denen 1,4 milyon askeri, 840.000 yedek gücü ve ulusal muhafızları kapsamaktadır. Savunma Bakanlığı’nda 800.000 sivil memur çalışmaktadır. Deniz, hava, kara ayrı örgütlere sahiptir ve bunlara ek olarak İç Güvenlik güçleri ve Sahil Güvenlik güçleri bulunmaktadır.
Benzeri askeri yapılanmalarda olduğu gibi bu gruplar arasında hizmet, üretim, yeni silahlar konusunda çeşitli çekişmeler olmaktadır. Pentagon, diğer büyük işletmelerde olduğu gibi karar verme mevkii olarak görev yapmaktadır. Karmaşık bir karar verme mekanizmasına sahiptir.
800.000. Kısa süre Pentagon’da görevli olarak çalışan sivillerin bu karar mekanizmasını öğrenmelerinin kolay olmadığı belirtilmektedir. Bu yapı içinde, nükleer silahlar yapılanması Savunma Bakanlığı içinde bağımsız bir aktör olarak görev yapmakta, 1946’dan itibaren Atom Enerjisi Komisyonu tarafından yönetilmektedir. Devletin nükleer silah tesisleri 1977’den beri Enerji Bakanlığı’na bağlı bulunmaktadır. Pentagon’un ya da ABD Savunma Bakanlığı’nın mal edinim sistemi, araştırma-geliştirme, test ve değerlendirme biçiminde ele alınmaktadır. Özel şirketler bu satışlarda önemli bir rol oynamaktadır. Lockheed Martin ve Boeing gibi ana müteahhitlerin yanında yardımcı şirketler bulunmaktadır. Para akışı için önde gelen müteahhitler, yardımcı şirketlerden gelen para akımına bağlıdırlar. Bu yapının içinde, büyük şirketlerin üretim yaptığı eyaletlerin senatörleri ve milletvekilleri; yeni üretilen malların satın alınmasında ve yeni üretim projeleri için yeni taleplerin yaratılmasında önemli rollere sahiptir.[5] II. Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen yeni teknolojilere yetişemeyen askeri üretim, araştırma-geliştirmeye önem vererek özellikle uçak şirketlerine önemli fonlar aktarmaya başlamıştır. Kore Savaşı’nda teknolojik bulgular, yeni mühendislik yapılanmaları ve geliştirmeler öne geçmiştir.
Devasa büyüyen askeri-endüstriyel yapılanma konusu, bu yapının gelişmesinde önemli bir rol oynayan Başkan Eisenhower’i rahatsız etmiştir. Eisenhower, 18 Ocak 1961’deki veda konuşmasında Amerikan askeri örgütlenmesinin, II. Dünya Savaşı ve Kore Savaşı’ndaki yapılanmayla kıyaslanamayacak bir seviyeye ulaştığını belirtmiştir. Eisenhower’in başkanlığı sırasında uğraştığı iki konu olmuştur: dengeli bütçe ve nükleer savaş olasılığı.
Her sorumlu başkan gibi harcamaları ve vergileri aşağıda tutmaya çalışmıştır. Bütçe açıklarının Amerikan ulusunun ekonomik canlılığını ve bunun uzantısı olarak askeri güvenliğini tehdit ettiğini belirtmiştir. Truman döneminde de askeri bütçe artırılmış ve o dönemin parasıyla 3-5 milyar dolar bütçe açığı verilmiştir. Hidrojen bombasının yapılması için askeriye tarafından yapılan isteklerin yerine getirilmesi, harcamaların üç misli artırılmasını gerektireceğinden özellikle Cumhuriyetçi senatörler savunma harcamalarının artırılmasına karşı çıkmışlardır. 1949’da Amerikan ekonomisinin resesyona kaydığı görülmüştür.
C- Bütçe Açığını Kapatma ve Büyük Sivil ve Askeri Bürokrasiye Karşı Çıkma
Aynı düşünce tarzı günümüze de yansımaktadır. Cumhuriyetçiler, gereksiz askeri harcamaların kesilmesinden yana tavır koymuşlardır. Çok önceden başlayarak ve Biden döneminde gittikçe artan bir bütçe açığı vardır. Truman da askeri harcamayı kendi döneminde 13 milyar dolar civarında tutmak istemiştir. Bugün Amerika’nın bütçe açığı 30 trilyon dolar civarındadır. Trump, kendi çevresindeki teknoloji oligarkları ile birlikte askeri harcamaların kısıtlanmasını istemektedir.
Amerikan askeri bütçesinin önemli bir kısmı, Avrupa’yı korumak için oluşturulan askeri üslere ve özel tesislere gitmektedir. Ayrıca 1950’lerde kararlaştırılan NSC-68 belgesine göre her an, her yere müdahale etmek için kurulmuş olan 800 askeri üs ve 61 diğer ülkenin içişlerine müdahale senaryolarına; Vietnam, Ortadoğu, Afganistan gibi savaşlara harcanan paralar Amerikan ekonomisini tekrar resesyona girme durumuna getirmiştir.[6] Trump, Amerikan derin devletini hallaç pamuğu gibi savururken, müttefiklerini ve kendi devletinin kurduğu düzeni bozacak girişimlerde bulunmaktadır. Örneğin; Transatlantik Ortaklığı’ndan çekilme, İran’la yapılan nükleer anlaşmayı iptal etme — ikinci defa seçildiğinde İran’ın nükleer tesislerini bombalamak zorunda kalmıştır — NAFTA Anlaşması’nı Kanada ve Meksika ile yeniden ele alma, Avrupalıların Amerika’dan uzaklaşmasına neden olacak bir şekilde Rusya ile yakınlaşma ve Rusya’ya Ukrayna aleyhine taviz vererek bu iki ülke arasındaki savaşı durdurma gibi.[7] Trump’a göre Rusya, Amerika ile rekabet edecek bir güce sahip değildir. Bir ticaret adamı olarak otoriter, kapitalist, yüksek teknoloji gücüne erişmiş Çin’i rakip olarak görmektedir. Bu bağlamda izlediği politika, anti-Kissinger politikasıdır. Kissinger’in politikası, zaten aralarında bazı sorunlar bulunan Çin’i Amerika’nın yanına çekerek Rusya’yı yalnız bırakmak ve Vietnam Savaşı’nı bu durumda sona erdirmekti.
Trump’ın Rusya’ya yaklaşarak Çin’i yalnız bırakma politikasının şimdilik bir geçerliliği yoktur. Yeni gelişmeye başlayan dünya düzeninde ekonomik sorunlar yaşayan ve saldırgan bir tutum izleyen Amerika’ya karşı, bir yazarın belirttiği gibi Çin ve Rusya’nın stratejik ortaklıktan ayrılma niyetleri yoktur. Ayrıca aralarında büyük bir sorun da bulunmamaktadır.[8]
Trump’ın ikinci stratejisi, yukarıda belirttiğimiz gibi askeri harcamaları, askeri personeli ve devlet personelini gerekli gördüğü düzeye indirip savunma harcamalarını azaltmak ve bu harcamaları NATO müttefikleri ile korumak zorunda kaldıkları Arap müttefiklerinin üzerine yıkmaktır. Avrupa devletleri, 2022-2024 yılları arasında Amerikan silah sistemlerine 61 milyar dolar harcamışlardır. Yalnızca F-35’ler milyarlarca dolar tutmuştur.[9] 2020’den beri Avrupa’nın Amerika’dan silah alımları %54’ten %64’e çıkmıştır. Avrupa’nın silahlara yaptığı bu harcamaların, Avrupa devletlerinin dış borçlarını artırması, toplumda eşitsizlik yaratması, mali disiplinin bozulması ve Avrupa’daki siyasal hiyerarşinin değişmesiyle sonuçlanacağı öngörülmektedir.[10] Truman ve Bill Clinton döneminde harcamaların artırılması, Amerikan halkının Sovyet korkusu abartılarak sağlanmıştı. Günümüzde Biden politikalarını uygulayan Avrupa’nın sosyal demokrat ve liberal liderlerinin, kendi halklarına Rusya’nın Avrupa’yı işgal edebileceği korkusunu yaymaları; 1950 ve 60’larda olduğu gibi Avrupa devletlerinin Trump’ın istediği gayrisafi millî hasılalarının %5’ini savunma harcamalarına ayırmalarını ve sosyal yapılarına büyük yükler getirecek bu masrafı yönetimdekilerin iktidarda kalmaları için göze almalarını mümkün kılacaktır.
Bu harcamaların %3,5’i askeri harcamalar ve %1,5’i güvenlik altyapısı harcamaları olarak ele alınmaktadır. NATO ülkelerinin 2035’e kadar bu harcamaları gerçekleştirmiş olmaları gerekmektedir. Trump’ın Suudi Arabistan’ı ziyaretinde, o ülkelerin de savunma ve yeni teknoloji transferleri konusunda Amerika’dan 3 trilyonluk mal ve hizmet satın aldıkları görülmektedir.
Amerikalı analizciler, Trump’ın izlediği politikayı Başkan Eisenhower’in izlediği politikaya benzetmektedir. Eisenhower, yükselen Sovyet tehdidi karşısında izlenecek politika için üç ayrı takım kurdurarak Sovyetlere karşı uygulanacak politikanın tespit edilmesini istemiştir. Projenin adı “Solarium Projesi”dir. Eisenhower üçüncü takımın projesini kabul etmiştir. Bu projeye göre: “Sovyetler Birliği hemen parçalanmayacaktır ancak sarsılmalıdır ve sarsılabilir. Bu nedenle gizli operasyonlara girilmeli, esir devletler Sovyetlerin elinden kurtarılmalı ve Çin’de rejim değişikliğine gidilmelidir.”
Bakanlar Kurulu bu stratejiyi tartışıp daha az riskli olduğu ve daha az askeri harcamaya yol açtığı için kabul etmiştir. Eisenhower, Güvenlik Konseyi, Bakanlar Kurulu ve Cumhuriyetçi Parti arasında uyum aramıştır. Sovyet tehdidine karşı Amerikan ekonomisini, Amerikan sosyo-kültürel değerlerini ve özgür kurumlarını zayıflatmayan bir politika izlemek istemiştir.[11] Eisenhower, ilk bütçe toplantısında askeri personeli 250.000 kişi azaltmak istemiştir. Ancak askeri kesim ve savunma endüstrisi buna karşı çıkmıştır. Yüksek rütbeli subaylar bu durumu basına sızdırmışlardır. Eisenhower bu durum karşısında radyodan Amerikan halkına hitap ederek yalnızca Amerikan Başkanının bütçe açığını istediği biçimde belirleyebileceğini ve sonsuz bir biçimde artan gereksiz federal harcamaları durdurabileceğini belirtmiştir. Ekonomik yükün özgür dünyada ekonomik felaket doğuracağını vurgulamıştır. İşte bu nedenle “Solarium Projesi” ortaya atılmıştır.[12] Aynı yaklaşımı Trump’ın gerek 2016-2020 gerekse 2024’ten sonra izlediği politikada görmek mümkündür. Cumhuriyetçiler, askeri harcamaya ve büyük sivil bürokrasiye var oldukları süre boyunca karşı çıkmışlardır. Trump da askeri harcamaları azaltmayı, savunma yükünü Avrupalı müttefiklerine ve Araplara yıkmaya çalışmaktadır. Trump’ın kurduğu “Hükümet Etkinliği Departmanı” (DOGE)’nin görevi, 36 trilyonluk federal borcu ve borçla birlikte büyümüş olan bürokrasiyi azaltmaktır. Trump, Ulusal Güvenlik Kurumu için “derin devlettir; biz de derin devletin içini boşaltıyoruz” demiştir.[13]
Harcama yapmaktan kaçınmadığı tek güvenlik harcaması İsrail için yapılan askeri ve sivil harcamalardır. Bu harcamalar, onun iktidarda kalmasını sağlamaya yönelik harcamalardır. Bu tutum, 1945’ten beri bütün Amerikan başkanlarının ortak tutumudur.
Öte yandan Trump, Kafkaslar’da barışı sağlamıştır; Rusya-Ukrayna savaşında Biden’ın politikaları nedeniyle başlayan çatışmayı önleyerek gereksiz gördüğü Amerikan askeri yardımlarını bitirmeye çaba sarf etmektedir. Bu arada yaptığı bir anlaşma ile Ukrayna’nın kıymetli madenlerine el koymuş bulunmaktadır.
D- Aşırı Harcamalara ve Askeri Giderlere Karşı Olan Think-Tank’ların (Düşünce Kuruluşlarının) Görüşleri
Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile birlikte Amerikan Savunma Bakanlığı bütçesi üçte bir oranında azaltılmıştır. Soğuk Savaş bittiği için artık geniş bir askeriyeye gereksinim duyulmamıştır. Amerikan Kongresi, cephane ve küçük silahlar hususundaki bütçeyi aşağı çekmiştir. Savunma şirketleri üretimi azaltmış, önemli miktarda çalışanı emekliye ayırmışlardır.
1993 Körfez Savaşı’nda dünyadaki altıncı büyük orduyu altı günde yenmeleri vizyonlarını değiştirmiş ve bu dönemden sonraki savaşların kısa süreceği, yoğun bir cephane birikimine gereksinim duyulmayacağı düşünülmüştür. 2000’li yıllardan sonra Amerika’nın stratejik korkuları Sovyetler Birliği yerine Çin üzerine dönmüştür. Amerika, uluslararası alanda yükselen bu güç karşısında 1990’ların başında aldığı kararların yanlış olduğunu anlamıştır.
Biden’a göre Rusya Doğu Avrupa’yı tehdit etmekte, Çin ise Asya-Pasifik’te başat bir duruma gelmektedir. Amerika yakında büyük bir savaşa girebilecektir. Ancak Amerika’nın cephane stokları yeterli değildir. Bir kısmı Ukrayna desteğine gitmiş, gemileri ve uçakları Çin’e göre daha eskidir ve Amerikan temel endüstrisi bu askeri malzemeleri yenileyecek kapasitede değildir. Kongre ve Savunma Bakanlığı, mevcut savunma üretimini artırma ve eski üreticileri yeniden canlandırma yoluna gitmişlerdir. Ancak otuz yıllık bir durgunluktan sonra üretimi canlandırmak için zamana ihtiyaç vardır.[14] Trump yönetiminin Kongre ile birlikte var olan askeri gücü modernize etmesi, savunma kapasitesini artırması ve cephane ile üretim kapasitesini genişletmesi beklenmiştir. Bunun için askeri üretim yapan şirketlerin sayısını artırması gerekmiştir. Pentagon’un da yönetim sistemini ve satın alma sürecini değiştirmesi gerekmiştir.
Bu konuda Trump’a yardım edecek kişiler, sonradan darıldığı Elon Musk ve teknoloji üreten büyük şirketler olmuştur. Trump, iş adamlığı kurnazlığı yaparak kısa dönemde Avrupa ülkelerinin savunma harcamalarını artırmalarını istemiş; böylece hem onlardan askeri malzeme alma hem de Amerika’nın yeni üretimlerini onlara satma yolunu tercih etmiştir. Amerikan yöneticilerinin bu tutumu, Amerika’nın günümüze kadar savunduğu insan hakları politikasından uzaklaşmasına neden olmuştur.[15]
Trump’ın seçilmesiyle birlikte, yalnızcılığı ya da dış müdahalelere karşı durmayı öneren Quincy Enstitüsü ve Savunma Öncelikleri adlı düşünce kuruluşları ortaya çıkmıştır. Bir zamanlar uluslararası müdahaleler taraftarı olan dışişleri bakanı Marco Rubio, artık daha çok yarımkürenin sorunlarına eğilmiş; Ulusal Güvenlik Konseyi, USAID ve Dışişleri’nin bütçelerini azaltmaktadır.
Amerika’nın uluslararası olaylara karışması, kâr getirmekten çok riskli bir iş haline gelmiştir. Quincy Enstitüsü’nün ortaya koyduğu önerilere göz atılacak olursa şu hususlar dikkati çekmektedir: ABD’nin tek başına diğer milletlerin kaderlerini güç kullanarak belirlemesi; çok kutuplu dünya dengesinin oluşmaya başlaması ve ekonomik gücün uluslararası alanda daha dengeli olarak paylaşılmaya başlanması sonucu, geçerliliğini yitiren ve başarısızlıkların yolunu açan bir politika haline gelmiştir. Eisenhower’in dikkatimizi çektiği askeri-endüstriyel yapı, değişik dış politika yaklaşımlarını önlemektedir.[16] Aynı görüşe CATO Enstitüsü ve Amerikan Ulusal Çıkar Merkezi de katılmaktadır.
E- Güçlü Başkan Sendromu
Yukarıda belirtildiği gibi Cumhuriyetçiler, Roosevelt’in “Yeni Düzen” (New Deal) politikasına karşıydılar. Roosevelt bu politikayla Büyük Buhran’a yanıt olarak federal hükümetin ekonomideki rolünü çarpıcı bir biçimde genişleten bir dizi iç politika reformu yapmıştı. Devlet, Keynes’in öngördüğü biçimde yatırımlar yapan ve geliştiren bir şirket gibi çalışacaktı. Devletin eliyle kalkınma yolu açılıyordu. Cumhuriyetçilere göre bu politika, ilk kurucu Amerikan hükümetinin anayasasını ilan ettiği günden beri izlediği politikaya karşıydı. Amerikan sistemini kuranlar, denetimli ve dengeli bir hükümet sistemi kurarak hükümeti halkın yaşamından geri çekmişler ve insanların kendi kabiliyetlerine göre özgür bir biçimde gelişmelerine izin vermişlerdi. Onlara hukuka uygun, adaletli bir sistem vermişlerdi. Amerikan iş yapısı ve anayasal sistemi ekonomik özgürlük ve fırsat eşitliği sağlıyordu.
Oysa Roosevelt’in “Yeni Düzen” politikası özgürlükten çok güvenlik getiriyordu.[17] Roosevelt’in politikalarına en yoğun eleştirileri yapan senatör Robert A. Taft olmuştur. Taft, Roosevelt’in dış tehlikelere karşı uyarılarının, Amerikan halkını “New Deal” (Yeni Düzen)in[18] uzaklaştırma ve başkanlık yetkilerini genişletmek için bir bahane yaratma girişiminin bir parçası olduğunu savunmuştur. Başkanlık rejiminin güçlenmesi karşısında, dünya tarihinde her demokrasi rejiminin dejenere olarak tiranlığına, krallık veya imparatorluk olarak dönüşecektir demiştir.[19]
Aynı çizgide olan Amerikan politikacıları arasında Barry Goldwater ve Ronald Reagan’ı sayabiliriz. Trump, birinci ve ikinci yönetimi döneminde savaş çıkaran Demokrat seçkinlere karşı savaş açmıştır. Seçim kampanyasında yolsuzluğa bulaşmış Demokrat Parti elitlerini değiştireceğini belirtmiştir. Federal hükümeti değiştirerek kendine bağlı yeni bir siyasal elit yaratma yoluna gitmiştir. Oysa II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan politikasında “demokratik seçkincilik” konusunda fikir birliği bulunmaktaydı. Bu fikrin arkasında, seçim sonuçlarına saygı göstermek ve siyasette ilgili kurumların otonom olmaları yatıyordu. Bu oydaşmaya 1990’lardan beri karşı çıkılması Amerikan siyasetinde kutuplaşma yaratmıştır. 2016’da Trump’ın seçim kampanyası, var olan seçkinlere karşı bir kampanyaya dönüşmüştür. 2020 seçimini asla kabul etmeyen Trump’ın 2024’te tekrar seçimi kazanması, siyasal düşmanlıkların arttığı ve teknoloji iş adamlarının siyasal iletişimde öne çıkmasına neden olmuştur.[20] 20. yüzyıl kitlelerin ayaklanışına sahne olurken, günümüzde Amerika’da elitlerin ayaklanmasının sahnelendiğini görüyoruz. Bu durum, halkı popülist otokrasilerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Örnek olarak: Macaristan’da Viktor Orbán, Hindistan’da Narendra Modi, Brezilya’da devrilen Bolsonaro, İtalya’da Giorgia Meloni, Hollanda’da Geert Wilders ve Amerika’da Trump.
Trump popülizminin başarısı, olağan Amerikalıların seçkinlere karşı isyanıdır. Eski seçkinlerin yerini, Biden’ın son konuşmasında belirttiği gibi teknolojik endüstri yapılanmasını oluşturan yeni seçkinler almıştır. Bu yeni seçkinler federal yönetime karşıdırlar. İdareci devleti yeniden yapılandırmak için eski seçkinlere karşı olan seçkinler, Heritage Vakfı’nın hazırladığı 900 sayfalık “Project 2025” adlı programı takip etmektedirler.
Devletin değişik bölümlerini ele alan proje; Beyaz Saray’ı, Cumhurbaşkanlığını, merkezi personeli, savunma kısmında Savunma Bakanlığı’nı, İç Güvenlik’i ve “Genel Refah” adı altında Amerikan ekonomik kurumlarını ele almakta ve bu hususta yapılması gereken reformları sıralamaktadır. Proje, 2023’te hazırlanmıştır.[21] Projenin amacı, partiyle bağlantısı olmayan ancak siyasi görevlerde bulunan devlet memurlarını emekli etmek; onların yerine seçilenlere bağlı bir kadroyu iş başına getirmektir. Trump, tamamen kendine bağlı bir federal yönetim yaratmaktadır.
Sonuç
Trump yaratmak istediğini Amerikan’ın yeni siyasal sistemi Amerikan devletinin kuruluşundaki demokratik halkçı yapıdan tamamen ayrılmış gözükmektedir.1980’lerde Başkan Reagan’ın ve Senator Gold Water’ın cumhuriyetçiliğiyle bir benzerliği yoktur. Reagan, ekonomik baskı askeri üretim yarışması ile nükleer savaşa varmadan Amerika’nın ezeli rakibi Sovyetler Birliğini çökertmiştir. Ancak bunu yaparken kendisinden sonra, özellikle 1990’larda iş başına gelen Amerikan Başkanları Sovyetlere karşı geliştirdikleri aşırı İslami akımların yarattığı terörü dünyanı başına yıkmışlardır.21 yüzyılda değişik tehditler algılayan Amerikalı yöneticiler
Yeni sorunlara ve tehditlere karşı yeni çözümler aramak zorundadırlar. Sorunlara yaklaşımlardan biri dünyayı yeni uluslararası gelişmelere göre değişik bölgelere bölmek
Ve Rusya, Çin gibi süper devletlerin kendi bölgelerinde başat rol oynamalarına izin verebilmek olabilir. Trump’ın ,Amerika’yı bir numaralı ülke yapma sevdasının ve Pentagon’un ve yeni teknoloji seçkinlerinin buna izin verebileceğini tahmin etmiyorum. Acaba gereksiz asker sayısını azaltırken nükleer silahlar ve süpersonik füzelere yatırım yapmak Amerika’nın başatlığını sağlayacak mıdır. Rakipleri, özellikle Çin’de gerek nükleer gerek ,yüksek teknoloji gerektiren silahlar imal edebilmekte ve Çin üniversitelerinin kapasiteleri Amerikan Üniversiteleri geçmiş bulunmaktadır. Devletler seksen yıllık hegemona karşı şimdilik çok belirgin olmayan ancak hızla gelişen yeni kurumlar yapılanmalar oluşturmakta ve bu kurumlar kendi kuruldukları bölgelerde o devletlerin çıkarlarına hizmet etmektedirler. Örneğin, Trump asıl rakibi olarak belirlediği Çin, ekonomisi hem Günümüz Doğu Asya devletleri hem de Asya Türk devletleri üzerinde ekonomik ve kültürel olarak güçlü bağlar kurmasını biliştir. Şanghay Örgütü, BRICS yapılanmaları Çin’in kültürüne, ekonomisini bu alanlara taşımaktadır. Latin Amerika tamamen Çin yatırımlarına açık hale gelmiştir. Ukrayra-Rusya barışını sağlamak, Ermeni -Azeri barışını düzenlemek, Gazze’yi İsrail’e vermek, diğer ülkelere mali savaş açmak ve yeni gümrük vergileri getirmek çaptan düşmeye başlayan Amerika’yı gene bir numara yapacak mıdır? Bu durumdan bazı şüphelerimiz var. Örneğin, bir petrol şirketi uzmanın Amerikan ekonomisi üzerinde temmuz ayı ekonomik gelişmeleri için yaptığı analiz de şöyle sonuçlar ortaya çıkmaktadır: Temmuz 2025’te 338 milyar gelir ve 630 milyar dolar harcama, Cari açık 291 milyar dolar. Amerika bir dolar kazanmak için 1.86 dolar harcamış bulunuyor. Bunun yanında bireysel gelir vergileri 145 milyar dolar bütçenin %42’si,sosyal sigorta vergileri 131 milyar odlar. Amerikan bütçesi çalışanlardan ve hanelerden gelen bu vergilere bağlı. Seçkinleri kayırdıkları için şirketlerin vergileri çok düşük. Temmuz’da gümrük vergileri 28 milyar. Gümrükler ithalat hacmini etkiliyor, Anlaşmalar vs. terken geriye bir şey kalmıyor. Savunma harcamaları, Temmuz ayı için 76 milyar. Görüldüğü kadarıyla savunma bütçesi tehlikede. Mali açık 1.629 milyar dolar.[22]Doğal olarak bu durum uzun dönemde ABD dış siyasetine yön verecek. Amerika ya yeni gelişen uluslararası sisteme uygun olarak kendi kıtasal alanında başat bir durum sürecek ya da güç seçkinleri (power elite)bir uluslararası savaşa yol açacaktır.
[1] Melvin Leffler,Fort the Soul of Mankind:The United States ,Soviet Union and the Cold War,New York ,Hill and Wang,2007,ss.22-25
[2] Robert Moskin ,Truman’s War: The Final Victories of World War II and the Birth of the Postwar World,New York,Random House,ss.8-9.
[3] Truman Doctrine,Wikipedia,https://.wikipedia.org.
[4] NSC-68,1950,Ofiice of the Historian,https://history.state.gov.,ABD Dışişleri Bakanlığı Politika Planlama Direktörü Paul H.Nitze tarafından hazırlanmıştır.
[5] Alic John.a,.Trillions for Military Technology:How Pentagon İnnovates and Why Cost So Much,New York ,Pal Grave Macmillan,2007:Alic John,’Managing US Defense Acquisitıon’ ,Enterprise and Society 14,no.2 March,2013,ss1-36.
[6] Kore savaşı sonrasında 1953 yılı verilerine göre Amerikan federal bütçesi askerizharcamalara göre ayarlanmıştır.Savunma harcamaları Gayri Safi mill hasılanın %18 ve ülkenin iş faaliyetlerinin %18’ni kapsamıştır.Soğuk Savaşın ilk 20 yılında ülke federal bütçenin %60’şını savunma harcamaları kapsamıştır.Michael Swanson,,The War State,Lexington,KY,USA,1974,ss.84-85.
[7] Kori Schake,Trump Doesn’t Need a Second Solarium’,https://iiss.org/ online analysis/ online-analysis/2018/10/what-eisenhower-could-teach Trump/
[8] Michael McFaul and Evan S.Medeiros.,’China and Russia Will Not be Split’Foreign Affairs,Summary,April 4 ,2025.Https://www.foreignaffair.com/
[9] Celeste A. Wallander,’Beware the Europe You Wish For:The Downsides and Dangers of Allied İndependence,Foreign Affairs,Temmuz/ Ağustos 2025,s.9
[10] Thomas Fazi,’How to Save Europe’,thomasfazi.net,26 Haziran 2025.
[11] Kori Schake,a.g.m.,s.4:
[12] Gerhard Peters and John T. Wooley,’ Dwight D. Eisenhover:”Radio Adress to the American People on the Natıonal Security and its Costs,’The American Presidency Project,http://presidency.ucsb.edu/ws/?pid=9854
Eisenhower,Amerikan halkına askerlerin istediği savunma sisteminin çok fazla vergi alınmasına dayandığını ve son beş yılda ortalama olarak savunma için 211 milyar dolar harcadığını söylemiştir. Solarium projesinin kabul edilmesiyle birlik ‘yeni görüş ‘ denilen NSC 162/2 no’lu güvenlik belgesi kabul edilmiştir.Bu belgeye göre Amerikan güvenliği büyük bir kara ve deniz ordusu yerine artık nükleer silahlara ve hava gücüne dayandırılmıştır.
[13] Michael Singh,’Why the Right Hates the National Security State:The Historical Roots of Trump’s Assault on the NSC,Foreign Affairs,Haziran 11 2025,s.2
[14] Michael Brown,’The Empty Arsenal of Democracy:How America Can Buid a New Defense İndustrial Base’,Foreign Affairs,24 Nisan 2025,ss 3-5.
[15] Michaeal Brown,a.g.m.,s16. Amerikan dışişleri bakanlığı Uluslarararıs Tratfik ve Silah Satın Alma sürecini değiştirerek yakın müttefiklere satılacak silahlar ile diğerlerine satılacak silahlar arasında bir farklılık yaratması ,
Yakın müttefiklere alacakları silahları hemen teslim edilmesini öngören bir düzenlemeye gitmesi önerilmiştir.
[16] Annelle Sheline,’Under Primacy Weapons Will Always Supercede Human Rights’Quincy İnstitute Brief,https:// Quincy.in..org,9 Nisan 2025.
[17] Cumhuriyetçilerin bu görüşlerini ileri süren ve arkasında büyük bir grup bulunduran kimse Amerikalı Senatör
Robert A.Taft’dır. Taft ,Amerika’nın II.Dünya Savaşına girmesine karşı çıkmıştır.Bkz.: Lee Edwards,’The Political Tought of Robert Taft’,The Heritage Foundation,http://www.Heritage Foundation,29 Ekim 2020.
[18] Geoffrey Matthews,’ Robert A.Taft ‘The Constitution and American Foreign Policy,1939-1953’,Sage Journals,cilt 17,sayı 3,: https://doi.org/10.1177/00220094820170036,Temmuz 1982.
[19] Michael Swanson,a.g.e.,s.111
[20] SciencesPo,’Trump *.::The Rise of An ‘Anti -Elite İn US Politics’,https://www.sciencespo.fr/en/trump-2-o-the-rise-of-an -anti-elite-in- us-politics/
[22] Edwin Drake@petrolandeco,https:://x.com/petrolanddeco/status/1955356630109004269?s=2Pdr-B75XIC-L678XKNJrw.


