ABD’nin Stratejik Kültürü ve İsrail

Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra uluslararası ilişkilerde yaşanan değişim ve dönüşümün bir neticesi olarak ortaya atılan Neoklasik Realist yaklaşım, devletlerin dış politikalarının şekillenmesinde, daha önceki dönemde Neo Realist yaklaşımın öne sürdüğü gibi yalnızca uluslararası sistemin değil bunun yanında bazı iç dinamiklerin de etkili olabildiğini öne sürmektedir.

Bunlar arasında liderlerin algısı, yerel kurumlar, devlet – toplum ilişkileri ve devletlerin geliştirdiği stratejik kültürler sayılabilir. 

Devletlerin uluslararası sistem içerisinde yaşanan olaylar karşısında geliştirdikleri politikaların şekillenmesinde diğer iç dinamiklerin yanında etkili olabilen ara değişkenlerden bir tanesi stratejik kültürdür. 

Stratejik kültür, askeri kurumların bürokratik organizasyonlarının doğası gereği, izlenen belli politikaların zaman içerisinde oluşturduğu yaklaşım tarzının örgütsel kültür ile kaynaşması sonucunda yerleşik bir inanç ve dünya görüşü halini almasıyla ortaya çıkan bir kavramdır. Bu kavramın özünde stratejinin oluşturulduğu bir çevre veya bir bölge bulunmaktadır. Bir devletin, bulunduğu bölgede karşılaştığı bir tehdit veya tehdit potansiyeli karşısında onu nasıl algıladığı ve bu tehdide karşı nasıl bir davranış kalıbı geliştirdiği sorusunun cevabı, stratejik kültür kavramını bizlere vermektedir. Çıkış itibariyle askeri bir kavram olan stratejik kültür, zaman içerisinde uluslararası ilişkiler alanında devlet davranışlarını ifade etmede kullanılmaya başlanan bir kavram olmuştur.

Özellikle ABD gibi büyük güçlerin dış politika alanında attığı adımların şekillenmesinde stratejik kültürün çok büyük bir önemi olduğu görülmektedir. Devletin başındaki liderler ve yönetim kadroları değişse bile stratejik kültür geliştirilen konularda istikrarlı politikalar izlenmektedir.

Orta Doğu, ABD için kendi topraklarından sonra belki de dünyada en çok önem verdiği bölgelerin başında gelmektedir. Zira Orta Doğu her ne kadar son yıllarda dünya genelinde alternatif enerji kaynaklarına doğru bir yöneliş olsa da hala enerji deyince dünya haritasında ilk akla gelen bölgedir. Sanayi Devrimi sonrasında dünya genelinde artan enerji ihtiyacı, bölgeyi bir cazibe merkezi haline getirmiş ve bu da bölgedeki çatışmaları körüklemiştir.

II. Dünya Savaşı ile birlikte küresel güç mücadelesinde öne çıkan ABD’nin bu konumunu sürdürebilmesi için bölgedeki zengin enerji kaynakları üzerinde hâkimiyetini sürdürmesi ve hatta bunların dünya piyasalarına ulaştırabilmesi için gerekli geçiş yollarının güvenliğini sağlaması hayati bir önem taşımaktadır. 

ABD açısından Orta Doğu’yu değerli kılan en önemli husus enerji olmakla birlikte bir diğer önemli konu da ABD’nin “Stratejik Ortak” olarak tanımladığı ve kurulduğu günden bu yana her dönemde ve her koşulda kayıtsız, şartsız destek verdiği İsrail’in güvenliğidir. 

İşte Orta Doğu denilince ABD açısından bölge ile ilgili ilk öne çıkan konular enerji ve İsrail’in güvenliği konularıdır. Zira bu iki husus, ABD’nin Orta Doğu üzerine geliştirdiği stratejik kültürünün en önemli parametreleridir. ABD’nin 1948 yılından sonra bölgeye yönelik en önemli önceliği hep bu iki konu olmuştur. Bu iki konu dışında gelişen diğer olaylar, bu iki kırmızı çizgiye temas ettiği ölçüde ABD’nin gündemine gelmiştir. 

1979 yılında gerçekleşen İslam Devrimi sonrasında ABD’nin güdümünden çıkan İran’ın ABD tarafından kara listeye alınması, Suriye’nin geçmişte teröre destek veren devletler listesine girmesi veya Arap Baharı sonrasında ABD ile Türkiye’nin arasındaki ilişkilerde yaşanan sorunlar gibi olayların temelinde ABD’nin özellikle İsrail’in güvenliğine verdiği önem yatmaktadır.

ABD açısından, “bölgedeki diğer tüm devletler ve hatta küresel sistem içerisinde yer alan diğer tüm devletler bir yana, İsrail bir yana” şeklinde özetlenebilecek olan yaklaşımının arka planında ABD’nin zaman içerisinde dış politika alanında geliştirdiği stratejik kültürü etkili olmaktadır. Yeri geldiğinde İsrail’in bir devletin yapmaması gereken tüm faaliyetlerine göz yuman ve hatta bunlara destek olabilen bir konumda olmasının arkasında ABD’nin bu stratejik kültürü yatmaktadır. 

İsrail’in sayıları on binleri bulan can kayıplarına neden olan saldırıları tüm dünya tarafından kınanıp telin edilirken ABD nezdinde hiç sorgulanmaması ve aleyhine en ufak bir söyleme dahi tahammül edilmemesi, yıllar içinde gelişen stratejik kültürün bir sonucudur. Bu yüzden İsrail yaşanan olaylarda ne denli haksız ve hatta suçlu konumda olsa da ABD her durumda bu devleti korumakta ve kollamaktadır. Dahası bunu kendi ulusal güvenliğinin de bir parçası olarak kabul ederek bunun sorgulanmasına dahi müsaade etmemektedir.


img

TESAM Genel Başkan Yardımcısı

Dr.
YILDIRIM DENİZ