TÜRKİYE BATI İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA EKSEN SORUNSALI

18., 19. ve 20. yüzyıllarda gerek Osmanlı İmparatorluğu , gerek Türkiye Cumhuriyeti bölgesinde her daim önemli bir denge unsuru oldu. Bu bölge diye tabir ettiğimiz alan ne Kafkaslar, ne Orta Doğu, ne Avrupa, ne Akdeniz, ne de Karadeniz olarak tek bir bölgeye indirgenebilir.

Şahsi kanaatim Türk Devleti’nin hiçbir zaman tam anlamıyla Avrupalı, Asyalı Orta Doğulu ya da Akdenizli olmadığıdır. Belki de Osmanlı’da dahil, Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük gücü buradan gelir. Bölgeler üstü bir denge unsuru olması. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemine baktığımızda bu çok net görünebilir. İlk etapta Kurtuluş Savaşı esnasında Batı ülkeleri ile savaşırken, bir yandan rejim değişikliği ile birlikte, Batı Bloku’ndan ayrılan Sovyetler ile ittifak haline girmiştir. Sırası ile barış imzaladığı Fransa, İtalya, İngiltere gibi ülkelerle savaş sonrası ilişkilerini hat safhada ilerletmeye gayret etmiştir. ‘Yurtta Sulh, Cihanda Sulh’ ilkesi ile yedi düvelle barış içerisinde yaşamayı kendisine hedef edinmiş bir ülke durumuna gelmiştir. Atatürk döneminin ilk on senelik kalkınma projelerinde Sovyetler ile iş birliğine girişilirken, bir yandan da İtalya, Fransa, Almanya gibi ülkelerle ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır. Medeni kanundan, ceza kanununa kadar birçok hukuki reform Batı’dan örnek alınarak yapılmıştır. Batı medeniyetinin siyasi, sosyal ve iktisadi yapısı hedef olarak konulmuş, bu hedeflere ulaşılmak için çaba harcanmıştır. Bir yandan Balkan Antantı gibi Avrupa merkezli birliklerin içerisinde yer alınırken, bir yandan da CENTO, Bağdat Paktı gibi doğu ittifakları da ihmal edilmemiştir. 2.Dünya Savaşı esnasında mümkün olduğunca savaşın dışında kalmayı planlayan Türkiye, bu hedefine büyük ölçüde ulaşmıştır. 

Genç Türkiye’nin yaşadığı en büyük kırılma noktalarından biri; 2. Dünya Harbi sonrası Sovyetler‘in Atatürk döneminden beri devam eden saldırmazlık paktını devam ettirmemesi, Kars-Ardahan illeri ile olan talepleri, Boğazlarda hak iddia etmesi ve Meriç sınırını tartışmaya açması Türkiye için ittifaklarını ve tarafını belli etmesi gereken bir dönem doğurmuştur. Bu tercih noktasına gelme durumu Türkiye’nin isteği ile değil, Sovyetler ’in talepleri doğrultusunda zaruri olarak ortaya çıkmış bir durumdur. Sovyetler tehditi karşısında dengeleyici tek istikamet olan NATO ittifakı ve Avrupa Ekonomi Topluluğu, Türkiye’nin o dönemde yegâne istikameti olmuştur. Soğuk Savaş’ın başlaması safların netleşmesi, mevcut ittifakları daha da belirginleştirmiş ve adeta herkesi dönülmez bir yola sevk etmiştir. Türkiye’nin içerisinde bulunduğu NATO ittifakı; doğal olarak savunma sistemlerinin oluşturulması, silah alımları gibi birçok noktada Türkiye’yi Batı Bloku ile entegre hale getirmiştir. Türkiye’de halkın Soğuk Savaş dönemindeki muhafazakâr yapısı, komünizme karşı olan tutumu, Türkiye ile Sovyetler arasına doğal bir mesafe koymuştur. Ancak bu dönemde bile Türkiye-Sovyetler ilişkileri birçok Batı ülkesine kıyasla daha farklı seyretmiştir. Soğuk Savaş’taki temel ideolojik ayrılıklar, askeri kamplaşma ve muhtemel kıyamet senaryosu korkusu ittifaklar içerisindeki diğer bütün sorunları ikinci plana atmış ve ister istemez göz ardı edilmesine sebep olmuştur. Soğuk Savaş’ın bitmesi ile beraber ortadan kalkan ideolojik ayrım, Batı Bloku’nun ekonomik imkanlarını Sovyetler’den ayrılan ülkelere ve Doğu Bloku ülkelerine açması; Avrupa Birliği genişleme sürecini ve NATO’nun misyonunun farklılaşmasına sebep olmuştur. Bu ittifakı ayakta tutan ortak düşman Sovyetler artık ortadan kalkmış ve ittifak içerisindeki ülkelerin aralarındaki anlaşmazlıklar göz ardı edilemeyen bir hal almıştır. Soğuk Savaş sonrası ilk on yıl Amerika’nın iyi huylu hegemon dönemi, genişleme süreçleri ve dünyanın birçok ülkesinin liberal ekonomiye geçmesiyle değişik bir evreye vesile olmuştur. Ancak Soğuk Savaş’ın akabinde yaşanan 1. Irak Savaşı ve bu savaş sonrası Türkiye sınırlarının güneydoğusunda başlayan ABD-Kürt yakınlaşması; Türkiye ile ABD arasında temel ayrışmaların, bugünlere kadar gelen gerginlik sürecinin tohumlarını atmıştır. 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’nin önce Afganistan sonra Irak’ta yaptığı müdahaleler, Türkiye ile Amerika arasındaki büyük gerginliğin temel sebepleri olmaya başlamıştır. Amerikan askerlerinin Müslümanlara karşı uyguladığı yöntemler, Türkiye’nin mücadele ettiği terör örgütleri ile iç içe olan grupları desteklemesi, Türk-Amerikan ilişkilerinde büyük kırılmalara yol açmıştır. Halkının çoğunluğu Müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti‘nin, ABD’nin Müslümanlara karşı uyguladığı politikaları Türk halkı ve Türk Devleti nezdinde defalarca eleştirilmiş ve tepki gösterilmiştir. Oysa ki bu süreç ABD tarafından yeni seçilen ve dini hassasiyetleri daha fazla olduğu düşünülen, yeni Türkiye hükümetinin bir reaksiyonu olarak değerlendirilmiş, halkın ve devlet geleneğinin tepkisi yok sayılmıştır. İkinci önemli nokta ise; 1990’lardaki 1. Irak Savaşı sonrası ABD’nin, Türkiye’nin sınırlarının güneydoğusundaki uygulamaları Türkiye’ye büyük maddi zarar ve terörün kendine güvenli alan bulması olarak geri dönmüştür. Bu nedenle 2. Irak Harbi sırasında ABD’nin talepleri Türkiye tarafından 1 Mart teskeresi ile kabul edilmeyince ikili ilişkilerdeki sert düşüş başlamıştır. 

Burada öngörülmesi gereken temel birkaç nokta vardır. Türkiye Cumhuriyeti halkının ve devletinin İslam Dünyası ile olan tarihsel ve manevi bağları, bir milletin duruşu olmaktan ziyade bir partiye indirgenmiş, Türkiye eksen değişikliği ile değerlendirilmiştir. Oysaki hem İslam dünyasına karşı olan Batı’nın tavrı, hem de Batı dünyasının Suriye ve Irak’ta içerisinde terör unsurları bulunan Kürt gruplarla olan yakınlığı; Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir güvenlik meselesi haline gelmiştir. Soğuk Savaş’ın bitmiş olması, ortak düşmanın ortadan kalkması, ortak çıkarların farklılaşması, Soğuk Savaş döneminin aksine ittifak üyesi ülkelerin arasındaki sorunların daha yüksek sesle seslendirilmesine sebep olmuştur. İttifaktaki bu temel çatlama, Türkiye ile Batı Bloku arasındaki çıkarların çatışması, Batı tarafından Türkiye’nin eksen kayması olarak adlandırılmıştır. Oysaki iki taraf içinde bir eksen kayması mevzu bahis değildir. İki tarafta eskiden göz ardı ettiği ikinci üçüncü sıraya attığı önceliklerini artık daha net dillendirmeye başlamışlardır. Bu süreç geleneksel NATO silahları kullanan Türkiye’nin savunma sistemleri S400’leri eski düşman Rusya’dan almasına kadar gitmiş bir süreçtir. Bugün bir Amerikalı karar alıcıya sorduğunuzda; Türkiye’nin ABD’den uzaklaşıp Rusya’ya yaklaştığını, ekseninin kaydığını ve Doğu Bloku’nun Rusya’nın bir müttefiki olmaya başladığını söyler. Ancak bu soruyu cevaplayan aynı kişi; Türkiye’nin neden Rusya’dan S400 almak zorunda kaldığını söylemez, Amerika’nın patriotların satışı konusundaki tavrından bahsetmez. Muhtemelen aynı kişi; Türkiye’yi İran ile yakınlaşma konusunda eleştirirken, belki de Türkiye’nin yeteri kadar Batı yaptırımlarını İran’a uygulamadığını söyleyecektir. Oysaki aynı kişi; Osmanlı ve Safeviler döneminden gelen, ağırlığı mücadele ve savaş ile geçmiş Türk-İran komşuluk ilişkilerini yok sayacaktır. 

Türkiye’nin ya da Batı’nın herhangi bir şekilde ekseni kaymamıştır. Krizlerin çıkmasına farklılıkların ortaya konulmasına sebep olan ortak düşman artık yoktur. İlk on senede olmasa da akabinde, bu sürecin getirdikleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Türkiye’nin; Amerika, Avrupa, Rusya ile olan ilişkileri hiçbir zaman eskisi gibi olmayacaktır. Bu daha iyi ya da daha kötü olarak değerlendirilmemelidir. Sadece artık daha farklı olacaktır. Çin’in Soğuk Savaş dönemine göre çok daha güçlü olması, Rusya’nın farklılaşan gücüne verdiği tepkinin dış politikasına yansıması, Arap dünyasının gitgide bir petrol ekonomisi olmaktan turizm, eğitim, sanayi, ticaret ve spor konusunda yeni açılımlar içerisinde olması; Hindistan, Brezilya, Endonezya gibi ülkelerin dünya ekonomisinde sözü dinlenen oyuncular olması, İsrail’in mağdur edilenden mağdur eden durumuna geçmesi, dünyanın ağırlık merkezinin Avrupa’dan Asya’ya kayması hiçbir şeyi eskisi gibi devam ettirmeyecektir. Netice itibariyle değişen şey; Türkiye’nin duruşu değil dünyanın ağırlık merkezi, Türkiye’nin politikaları değil dünyanın öncelikleri, Türkiye’nin yapısı değil dünyanın dengeleridir. Türkiye zamana göre değişen dünyada duruşunu, politikalarını ve yapısını güncellemiş ama ekseninde bir sapma olmamıştır. 


img

Prof. Dr.
BURAK KÜNTAY