SURİYE’DE VEKALET SAVAŞLARI VE GÜNCEL ULUSLARARASI SORUMLULUK HUKUKU MESELELERİ
Uluslararası hukuk çerçevesinde, bir devletin gerçekleştirdiği her haksız fiil, o devletin uluslararası sorumluluğunu doğurmakta ve ilgili yükümlülükleri gündeme getirmektedir.

Bu sorumluluğun ortaya çıkmasında bir uluslararası hukuk kuralının ihlali ve bu ihlalin devlete isnat edilebilmesi yeterli olup kusur veya zararın varlığı şart değildir. Bununla beraber, tazminat talebi söz konusu ise sorumluluk hukuku açısından zarar şart olup zarar ile fail devletin fiili arasında uygun illiyet bağının kurulabilmesi gerekmektedir.
Suriye’de yaşananlar bağlamında devletlerin doğrudan fiillerinden ve devlet dışı silahlı aktörlerden kaynaklanan bazı uluslararası hukuk meseleleri ortaya çıkmış ve bu sorumluluğun neticesi olan onarım yükümlülüğüne ilişkin meseleler gündeme gelmiştir.
Devlet dışı silahlı aktörler kavramı, uluslararası hukuk ve güvenlik çalışmaları bağlamında geniş bir yelpazeyi kapsamakta olup, ulusal kurtuluş hareketleri, özel askeri şirketler, terör örgütleri, başkaldıran gruplar, asi-ayaklananlar ve milis güçleri gibi farklı yapıları içermektedir. Bu aktörler, devlet otoritesine meydan okuma, bağımsız siyasi hedefler doğrultusunda hareket etme veya devletler tarafından vekalet savaşı kapsamında kullanılma gibi farklı özellikler gösterebilmektedir. Özel askeri şirketlerin yükselişi ve vekalet savaşlarının artışıyla birlikte, devlet dışı silahlı aktörlerin uluslararası hukuk bağlamındaki konumu giderek daha fazla tartışılmaktadır.
Vekil aktörler ise modern savaş stratejilerinin önemli bir unsuru haline gelmiş olup, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında giderek yaygınlık kazanmıştır. Soğuk Savaş döneminde iki kutuplu sistemin ortaya çıkmasıyla birlikte, büyük güçler doğrudan sıcak çatışmaya girmek yerine, çıkarlarını dolaylı yollardan koruma ve genişletme stratejisi izlemişlerdir. Bu bağlamda vekil aktörler, devletler tarafından doğrudan desteklenen, ancak resmi olarak o devletin ordusuna mensup olmayan silahlı gruplar, paramiliter güçler veya ideolojik hareketler şeklinde ortaya çıkmıştır.
Vekil aktörler kullanılarak yapılan bu yeni savaş anlayışı, geleneksel savaş kavramının ötesine geçerek, devletlerin düşük maliyetle ve doğrudan sorumluluk üstlenmeden çatışmalara müdahil olabilmesine olanak tanımaktadır. Vekalet savaşları, özellikle Ortadoğu, Afrika ve Ukrayna gibi bölgelerde yoğun bir şekilde görülmekte olup, devletlerin askeri, ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumak amacıyla yerel grupları desteklemesiyle şekillenmektedir. Bu süreç, uluslararası ilişkilerde savaşın niteliğini değiştirerek, asimetrik savaş, hibrit savaş ve gayrinizami harp gibi kavramların ön plana çıkmasına neden olmuştur.
Özellikle 21. yüzyılda, vekil aktörlerin savaş dinamiklerindeki rolü daha da belirgin hale gelmiş, büyük güçlerin küresel ve bölgesel rekabetlerini doğrudan değil, dolaylı yollarla sürdürdüğü bir araç haline gelmiştir. Bu durum, uluslararası hukukun uygulanabilirliğini zorlaştırmakta ve savaşların taraflarını belirlemeyi güçleştirmektedir.
Vekalet savaşlarında kullanılan vekil aktörlerin hukuki statüsü, uluslararası hukukun en tartışmalı konularından biridir. Devletler, kendi çıkarlarını doğrudan bir savaşın tarafı olmadan gerçekleştirmek amacıyla vekil aktörleri kullanarak uluslararası hukukun sorumluluk mekanizmalarını aşmaya çalışmaktadır. Bu durum, vekil aktörlerin statüsü, devletlerin sorumluluğu ve uluslararası ceza hukuku açısından ciddi belirsizlikler yaratmaktadır.
Suriye’de Gerçekleşen Uluslararası Haksız Fiillerden Kaynaklanan Sorumluluğun Tespitine İlişkin Meseleler
Uluslararası hukuk açısından Suriye’de yaşanan gelişmelerden sonra üzerinde düşünülmesi gereken konulardan biri de Suriye’de gerçekleşen uluslararası haksız fiillerden kaynaklanan sorumluluğun nasıl tespit edileceği ve bu sorumluluk nedeniyle ortaya çıkan zararın nasıl giderileceğidir. Sorumluluğun tespiti hususunda ihlal ve isnat kısımlarının altının doldurulması gerekmektedir. Zararın giderilmesi kısmında ise onarım çeşitleri olan eski hale iade, tazminat ve tarziyeden hangisi veya hangilerinin mümkün olabileceğinin ve boyutunun belirlenmesi gerekmektedir.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki bir devletin gerçekleştirdiği bir fiilin uluslararası hukuk bağlamında haksız fiil olarak değerlendirilmesi, uluslararası hukuk normları ve prensiplerinden kaynaklanmaktadır. Bu değerlendirme, ilgili devletin iç hukuk düzenlemelerinden bağımsız olup, aynı fiilin iç hukuk çerçevesinde hukuka uygun görülmesi, uluslararası hukuktaki nitelendirmeyi değiştirmez. Bu nedenle Suriye’de ortaya çıkan uluslararası haksız fiil nitelendirmesi hem Suriye Devleti hem de diğer devletlerin iç hukuk düzenlerinden bağımsız olarak bir nitelendirmeye tabi tutulmalıdır.
Suriye’deki devlet dışı silahlı aktörler açısından iki boyutlu bir inceleme yapmak gerekmektedir. İlki, 8 Aralık 2024 tarihi itibariyle devletin yeni hükümeti haline gelen Ahmet eş Şara önderliğindeki isyan hareketi ile 10 Mart 2025 tarihinde imzalanan anlaşma ile Suriye Devleti’ne katılmayı ve entegre olmayı kabul eden SDG/YPG’nin uluslararası sorumluluk hukuku karşısındaki konumunun belirlenmesidir. İkincisi ise Suriye’de 2011’den beri çeşitli zamanlarda faaliyet göstermiş olan devlet dışı silahlı aktörlerin faaliyetlerinin uluslararası sorumluluk hukuku açısından tespitinin yapılmasıdır.
Uluslararası hukuk çerçevesinde, bir isyan hareketinin eylemleri, bu hareketin devletin yeni hükümeti haline gelmesi durumunda, ilgili devletin fiili olarak kabul edilmektedir. Bu ilke, devletin sürekliliği ve uluslararası sorumluluk ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmekte olup, yeni hükümetin önceki isyan sürecinde işlenen fiillerden sorumlu tutulmasını mümkün kılmaktadır. Uluslararası hukukta genel kabul gören bu yaklaşım, devletin hukuki kişiliğinin hükümet değişikliklerinden etkilenmeyeceği prensibine dayanmaktadır. Dolayısıyla, bir isyan hareketi başarılı olup iktidarı ele geçirdiğinde, bu hareketin daha önce gerçekleştirdiği fiiller devletin resmi eylemleri olarak kabul edilmekte ve uluslararası hukuki sonuçlar doğurmaktadır. Bu çerçevede, yeni hükümet, geçmişte isyan sürecinde işlenen uluslararası hukuk ihlalleri nedeniyle sorumluluk üstlenmek durumunda kalabilmektedir.
Uluslararası hukuk bağlamında, bir silahlı örgütün bir devletin resmî yapısına dâhil olması, o örgütün geçmişte gerçekleştirdiği fiillerin hukuki sorumluluğunun ilgili devlete atfedilmesini mümkün kılabilir. SDG’nin Suriye Devleti bünyesine dâhil olması, bu örgütün daha önce işlediği fiillerden ötürü Suriye Devleti’nin uluslararası hukuk çerçevesinde sorumlu tutulabilmesini gündeme getirebilecektir. Nitekim Türkiye, Suriye’de faaliyet gösteren Demokratik Suriye Güçleri’nin (SDG) temel bileşeni olan Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) ve bu örgütün siyasi kanadı konumundaki Demokratik Birlik Partisi’ni (PYD), terör örgütü PKK’nın bir uzantısı olarak değerlendirmektedir. Bu bağlamda, Türkiye, YPG ve PYD’nin PKK ile organik bağlara sahip olduğunu ve bu yapının Suriye’nin kuzeyinde geniş bir alanı yöneterek bölgesel güvenliği tehdit ettiğini ifade etmektedir.
İkinci boyutu açısından inceleyecek olursak Suriye iç savaşının başladığı günden itibaren birçok silahlı örgüt, paralı asker ve isyan grubu Suriye’de faaliyet göstermiştir. Bu faaliyetler vekalet savaşı olarak nitelendirilebilecek özellikler göstermiştir. Uluslararası hukuk kapsamında bir devletin vekil aktörlerin işlediği hukuka aykırı eylemlerden sorumlu tutulabilmesi için belirli kriterler bulunmaktadır.
Uluslararası hukuk kurallarına göre, bir bireyin veya bir grup kişinin gerçekleştirdiği bir fiil, eğer bu kişiler söz konusu fiili icra ederken doğrudan devletin talimatı, emri veya denetimi altında hareket ediyorsa, bu fiil ilgili devletin eylemi olarak kabul edilmektedir. Bu durum, devletin uluslararası sorumluluğunun belirlenmesinde temel bir kriter olarak değerlendirilmekte olup, devletin dolaylı yollarla gerçekleştirdiği fiillerin de sorumluluk doğurabileceğini göstermektedir.
Suriye’deki iç savaş, farklı düzeylerde faaliyet gösteren yerel, bölgesel ve küresel aktörlerin dâhil olduğu çok katmanlı bir vekâlet savaşına dönüşmüştür. Bu süreçte, sahada doğrudan veya dolaylı olarak etkili olan aktörler arasında, Esad liderliğindeki Baas Partisi, Suriye güvenlik güçleri ve Esad yanlısı milis gruplar gibi rejim yanlısı unsurlar; ABD ve Rusya gibi küresel güçler; İran, Suudi Arabistan, Türkiye, Katar ve İsrail gibi bölgesel aktörler bulunmaktadır.
Bunların yanı sıra, sahada faaliyet gösteren silahlı örgütler de çatışmaların seyrini belirleyen önemli unsurlar arasında yer almaktadır. Irak Şam İslam Devleti (DEAŞ) ve Demokratik Birlik Partisi (PYD)/Halk Savunma Birlikleri (YPG) gibi yapılar, farklı ittifaklar içinde yer alarak savaşın dinamiklerini şekillendirmiştir. PYD/YPG, özellikle ABD’nin DEAŞ ile mücadele kapsamında desteklediği bir yapı olarak öne çıkarken, Türkiye tarafından PKK’nın bir uzantısı olarak kabul edilmekte ve terör örgütü olarak nitelendirilmektedir.
Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Hizbullah ve Wagner Grubu gibi milis ve paramiliter yapılar da çatışmalarda aktif roller üstlenmiştir. ÖSO, başlangıçta Esad rejimine karşı savaşan muhalif bir güç olarak örgütlenmiş olup, zaman içerisinde farklı bölgesel destekçilerin etkisiyle çeşitli fraksiyonlara ayrılmıştır. Hizbullah ise Esad rejimine destek veren en önemli silahlı gruplardan biri olarak sahada yer almış, özellikle İran’ın yönlendirmesiyle operasyonel faaliyetler yürütmüştür. Rusya destekli Wagner Grubu da rejim yanlısı olarak Suriye’de faaliyetler ve operasyonlar yürütmüştür.
Vekil aktörlerin asli aktör olan devletlerle bağının ispatlanması oldukça zordur. Çünkü asil-vekil ilişkisinin kapsamı her somut olaya göre tespit edilmek zorundadır. Ayrıca devletin talimatı, emri veya denetimi altında hareket edildiğinin ortaya konulması da delillerin toplanması ve muhafazasının zorluğu nedeniyle pek mümkün olamamaktadır. Suriye örneğinde bunun somut örneği vuku bulmuştur. İran, Suriye’de hükümet değiştikten sonra 30 milyar dolar borcunu ödemesini talep etmiştir. Buna karşılık Suriye de İran’dan Suriye iç savaşında desteklediği başta Lübnan Hizbullahı olmak üzere, Irak ve Afganistan’dan getirilen Şii milis grupları ile İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun özel kuvvetleri olan Kudüs Gücü vb. milis gruplar aracılığıyla sebep olduğu zararların bedeli olarak 300 milyar dolar tazminat talep etmiştir. Bu zararlardan asli aktör olarak İran’ın sorumlu tutulup tutulamayacağı her bir olaya ilişkin olarak ayrı ayrı yapılacak talimatı, emri veya denetimi altında hareket edildiğinin tespiti sonrası belli olabilecektir.
Vekil Aktörlerin Değişken Yapısı ve Uluslararası Sistemin Mümkün Yapısının Oluşturduğu Zorluklar
Vekil aktörler, sürekli olarak isim, liderlik ve bağlılık değiştirerek hukuki sorumluluktan kaçınmaktadır. Örneğin, Suriye’deki birçok silahlı grup, zaman içinde farklı isimler altında faaliyet göstererek kendilerini uluslararası yaptırımlardan korumaktadır. Örneğin PYD/YPG Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ismini alarak isim ve yapılanma değişikliği yapmıştır. Bu dinamik yapı, suçluların tespit edilmesini ve yargılanmasını zorlaştırmaktadır.
Savaş bölgelerinde delil toplamak son derece zordur. Bağımsız gözlemcilerin erişiminin sınırlı olması, savaş suçlarına ilişkin kanıtların toplanmasını ve hukuki süreçlerin başlatılmasını geciktirmektedir. Delil yetersizliği, mahkemelerin hüküm verme yetisini doğrudan etkilemektedir.
Uluslararası hukuk normları çoğunlukla devletlerin siyasi iradesine bağlı olarak işletilmektedir. Örneğin Suriye iç savaşında vekil aktörleri destekleyen devletler, uluslararası topluluğun hukuki yaptırımlarını engellemekte veya etkisiz hale getirmektedir. BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelerden herhangi birinin veto yetkisini kullanması, bu tür gruplara yönelik etkili bir uluslararası müdahalenin önüne geçmektedir.
Vekalet savaşlarında yer alan vekil aktörlerin uluslararası hukuka uygun şekilde hesap verebilirliğini sağlamak, mevcut uluslararası hukuk sisteminin yapısı nedeniyle büyük ölçüde başarısız olmaktadır. Devletlerin sorumluluğunu netleştirecek etkili uluslararası mekanizmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak, bu tür girişimlerin başarılı olabilmesi için uluslararası topluluğun siyasi iradesi ve devletlerin hukuki yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki kararlılığı belirleyici olacaktır. Çünkü uluslararası hukuk mutlak bir hukuk değil, mümkün bir hukuktur.