KÜRESELLEŞEN DÜNYADA KADININ ÇALIŞMA KÜLTÜRÜ VE PSİKOLOJİSİ
Küreselleşme, yalnızca mal ve sermayenin dolaşımını hızlandıran bir ekonomik süreç değil; toplumsal ilişkileri, kurumları ve gündelik yaşam pratiklerini dönüştüren bütüncül bir yeniden yapılanmadır.
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki sıçrama, üretim ağlarının küresel ölçekte örgütlenmesini kolaylaştırmış; 1970’lerin sonlarından itibaren piyasaların çokuluslu bir nitelik kazanmasına ve ülkelerin ticari serbestleşmeyi önceleyen yeniden düzenlemelere yönelmesine yol açmıştır. Bu dönüşüm işgücü piyasalarında esnekleşmeyi teşvik ederken, kadın emeğinin görünürlüğünü artırmış; kadınlar ücretli istihdamda kalıcı aktörler hâline gelmiştir. Ne var ki niceliksel genişleme, niteliksel eşitlik anlamına gelmemektedir: Kadınların yoğunlaştığı istihdam alanları çoğu kez düşük ücretli, güvencesiz ve kayıt dışı segmentlerdir. Böylece küreselleşmenin fırsatları, kadınlar açısından çoğu zaman “tamamlayıcı ve esnek işgücü” rolünün sınırları içinde yeniden üretilmektedir.
Türkiye özelinde, eğitim-istihdam paradoksu bu tabloyu çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. 25–34 yaş grubundaki kadınlarda yükseköğretim mezuniyet oranının yaklaşık %48,9’a yükselmiş olmasına karşın, genel istihdam oranının %32,5 düzeyinde seyretmesi, kadınların artan insan sermayesinin işgücü piyasalarına tam olarak yansımadığını göstermektedir. 2023 itibarıyla 25–49 yaş aralığında, hane halkında üç yaşın altında çocuğu bulunan kadınların istihdam oranı %27,1 iken, çocuğu olmayan akranlarında bu oran %58’e çıkmaktadır. Kadınlarda işgücüne dâhil olmama nedenleri arasında “ev işleriyle meşguliyet”in %42’lik payla başat bir unsur olması, bakım yükünün kadınlar üzerinde yoğunlaştığını ve iş-aile dengesinin kurumsal destekler yetersiz olduğunda istihdama erişimi sınırladığını ortaya koymaktadır. Bu göstergeler, aile içi bakımın toplumsal bir hizmet olarak örgütlenmemesinin, eğitimle kazanılan yetkinliklerin ekonomik ve toplumsal değere dönüşmesinde kritik bir darboğaz yarattığını teyit etmektedir.
Çalışma kültürünün “erkek merkezli” normlarla biçimlenmiş yapısı da bu darboğazı derinleştirir. Rekabetin ve kesintisiz erişilebilirliğin makbul sayıldığı örgütsel düzen, ücretli emekle ücretsiz ev içi bakım emeği arasındaki sınırı belirsizleştirerek özellikle kadınlarda süreğen “rol çatışması” üretir. Literatür, iş-aile çatışmasının stres, tükenmişlik, duygusal yıpranma ve iş tatmininde düşüş gibi sonuçlarla yakından ilişkili olduğunu; buna eşlik eden duygusal emek yükünün hem iş performansını hem de aile içi ilişkileri olumsuz etkilediğini göstermektedir. Bu çifte baskı, yalnızca bireysel iyi oluşu değil, işyerlerinin verimliliğini, ekip dinamiklerini ve nihayetinde makroekonomik çıktıları da etkiler. Dolayısıyla mesele, “kadının çalışması”nı bireysel tercih veya aile içi müzakere konusu olarak görmekten çok, toplumsal yeniden dağıtım ve kurumsal tasarım problemidir.
Bu çerçevede “esneklik” tek başına çözüm değildir. Niteliksiz ve güvencesiz esnek modeller, kadınları düşük ücret ve sınırlı kariyer olanaklarına hapsederken, kaliteli esnek çalışma (öngörülebilir çalışma saatleri, sosyal güvence, kariyer basamaklarına erişim, uzaktan/hibrit seçeneklerin düzenlenmesi) bakım yüküyle ücretli emeğin uzlaştırılmasına somut katkı sunabilir. Eş zamanlı olarak, birincil bakım hizmetlerinin (erken çocukluk eğitimi, yaşlı ve engelli bakımı) kamusal niteliğinin güçlendirilmesi, ebeveyn izni ve babalık izninin ücretli ve devredilemez biçimde tasarlanması, ücretli/ücretsiz emek arasındaki toplumsal cinsiyet asimetrisini azaltan temel politikalardır. Ücret şeffaflığı, eşit işe eşit ücret uygulamaları ve ayrımcılıkla mücadele mekanizmaları da “erkek normlarına göre ayarlı” kurum kültürlerinin dönüşümünde kilit rol oynar.
Kültürel düzlemde, toplumsal cinsiyet rolleri durağan değil, tarihsel ve kurumsal bağlama bağlı olarak değişken yapılardır. Bu nedenle “kadının erkek gibi çalışması” değil, işin ve kurumun insanî sınırlar içinde yeniden tasarlanması tartışmanın merkezinde yer almalıdır. Teknoloji ile hızlanan “hep erişilebilirlik” ideali, bakımın ertelenemez ve devredilemez niteliğini görünmez kıldığında, ortaya çıkan maliyet aile kurumunda ve kadınların psikolojik iyi oluşunda birikmektedir. Kamusal politikalar, özel sektör uygulamaları ve sendikal/gönüllü örgütler arası iş birliği; zaman kullanım araştırmalarından elde edilen kanıtlarla desteklenmiş, bakım dostu ve eşitlikçi bir çalışma düzeninin altyapısını kurmak zorundadır.
Sonuç olarak, küreselleşme kadın istihdamını nicel olarak artırsa da niteliksel eşitliği güvence altına almamıştır. Türkiye’de artan eğitim düzeyiyle düşük istihdam oranları arasındaki makas; bakımın toplumsallaştırılması, kaliteli esnek çalışma, ücret şeffaflığı ve ayrımcılıkla mücadele gibi eşzamanlı politika paketlerini zorunlu kılmaktadır. Kadın emeğini salt bir “esneklik kaynağı” olarak değil, toplumsal refahın ve sürdürülebilir büyümenin kurucu bileşeni olarak konumlandıran bir perspektif benimsendiğinde, hem kadınların psikolojik iyi oluşu güçlenecek hem de ekonominin verimlilik ve yenilik kapasitesi artacaktır. Bu dönüşüm, bireysel fedakârlıklarla değil; kamusal yatırımlar, kurumsal sorumluluk ve eşitlikçi normların birlikte inşasıyla mümkün olacaktır.


