AŞIRI SAĞ

Batılı ülkelerde siyasal atmosfer, küreselleşmenin yarattığı sosyo ekonomik dönüşümlerle birlikte yeniden şekillenmektedir. Bu süreçte en dikkat çekici olgulardan biri, aşırı sağ hareketlerin, popülist liderlik biçimlerinin ve radikal ırkçı ideolojilerin hızla güç kazanmasıdır.

Demokrasi, insan hakları ve çoğulculuk gibi modern siyasal hayatın temel değerlerini tehdit eden bu akımlar, yalnızca belli ülkelerde değil, küresel ölçekte bir istikrarsızlık kaynağı haline gelmiştir. Aşırı sağın yükselişi; ekonomik eşitsizlik, göç, kültürel çatışma ve kimlik siyaseti ile beslenirken radikal ırkçılık, liberal-demokratik düzenin altını oymakta ve toplumsal kutuplaşmayı keskinleştirmektedir.

 

Popülizmin Zemin Hazırladığı Tehdit

Popülizm, çoğu zaman “halkın iradesi”ni merkeze koyduğunu iddia eden, ancak bu iradeyi homojenleştirerek farklılıkları bastıran bir siyasal stratejidir. Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe gibi kuramcılar, popülizmi hegemonya mücadelesi çerçevesinde açıklarken; Cas Mudde ve Cristóbal Rovira Kaltwasser gibi siyaset bilimciler, onu “ince ideoloji” olarak tanımlar. Bu ideoloji, halk ile elitler arasında dikotomik bir çatışma kurgular ve bu çatışmayı siyasetin merkezine yerleştirir. Ne var ki, aşırı sağın popülizmi yalnızca elit karşıtlığı ile sınırlı kalmaz; göçmenler, azınlıklar, farklı dini veya kültürel gruplar da “öteki” olarak damgalanır.

Bu noktada popülizm, demokrasinin çoğulcu ruhunu törpüleyen, dışlayıcı bir milliyetçiliğe ve kültürel homojenleşme baskısına dönüşmektedir. Aşırı sağ liderler, küreselleşmenin getirdiği sosyal ve ekonomik kırılmaları istismar ederek kitleleri korku ve nefret politikaları etrafında örgütler. Böylece popülizmin demokratik meşruiyet iddiası, radikal ırkçı uygulamaları perdeleyen bir araç haline gelir.

 

Aşırı Sağ ve Siyasal Radikalleşme

Aşırı sağın yükselişi yalnızca Avrupa ve ABD’de değil, Latin Amerika’dan Asya’ya, hatta Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada gözlemlenmektedir. 2010’lu yıllardan itibaren yapılan karşılaştırmalı siyaset araştırmaları, aşırı sağ partilerin oy oranlarında ciddi artışlar yaşandığını göstermektedir. Örneğin, Avrupa Parlamentosu’nda radikal sağ grupların temsil gücü 2025 itibarıyla %25’lere yaklaşmıştır. Bu yükselişin temelinde göçmen karşıtlığı, İslamofobi, antisemitizm ve beyaz üstünlüğü ideolojileri bulunmaktadır.

Radikalleşme süreci genellikle demokratik kanallar içinde meşruiyet kazanma ile başlar; fakat zamanla paramiliter örgütlenmelere, şiddet eylemlerine ve terörizme kadar uzanan bir çizgiye dönüşebilir. Christchurch (2019) cami saldırısı, Halle (2019) sinagog saldırısı ve ABD’deki Capitol baskını (2021), aşırı sağ radikalleşmenin somut örnekleri olarak tarihe geçmiştir. Bu olaylar, bireysel terör eylemleri gibi görünse de aslında sistematik bir nefret söylemi ve örgütlü ideolojik yönlendirmelerin ürünüdür.

 

Küreselleşmenin Çelişkili Rolü

Küreselleşme, ekonomik ve kültürel açıdan ulus-devlet sınırlarını aşan bir etkileşim alanı yaratmıştır. Ancak bu süreç, eşitsizlikleri derinleştirmiş ve birçok toplumda “kültürel kaygı”yı tetiklemiştir. Uluslararası sermaye hareketliliği, düşük maliyetli iş gücünün göç yoluyla taşınması ve iletişim teknolojilerinin hızla yayılması, özellikle Batı toplumlarında geleneksel orta sınıfın güvensizlik duygularını artırmıştır.

Bu güvensizlik, aşırı sağın ideolojik söylemleri için verimli bir zemin hazırlamaktadır. Göçmenler ve yabancılar, ekonomik sıkıntıların ve toplumsal huzursuzluğun günah keçisi olarak sunulmaktadır. Dolayısıyla küreselleşme, bir yandan evrensel değerleri, iletişim ağlarını ve ticari iş birliklerini güçlendirirken; diğer yandan da kapalı ulus-devlet anlayışını yeniden canlandıran reaksiyoner bir siyaseti körüklemiştir.

 

Radikal Irkçılığın Tehlikeleri

Radikal ırkçılık, yalnızca bireylerin kimliklerine yönelik bir ayrımcılık değil, aynı zamanda siyasal düzenin kökten tehdit edilmesidir. İnsan haklarının evrenselliği ilkesine aykırı olan bu anlayış, toplumsal barışı dinamitlemekte ve demokrasiye doğrudan saldırmaktadır. Hannah Arendt’in totalitarizm analizinde belirttiği gibi, farklılıkların yok sayılması ve homojen bir ulusal kimlik yaratma çabası, otoriterleşmenin en temel dinamiklerinden biridir.

Bugün aşırı sağın yükselttiği radikal ırkçılık, yalnızca ideolojik düzeyde değil, aynı zamanda yapısal eşitsizlikler aracılığıyla da kurumsallaşmaktadır. Polis şiddeti, ayrımcı göç politikaları, eğitim ve istihdamdaki yapısal dışlamalar ırkçılığın modern biçimlerini oluşturur. Böylece siyasal radikalleşme ile toplumsal eşitsizlikler iç içe geçerek yeni bir otoriter-popülist rejim tipolojisi üretmektedir.

 

Demokratik Direncin Önemi

Bu tehlikelere karşı liberal-demokratik toplumların direnci hayati önem taşımaktadır. Demokrasi yalnızca seçimlere indirgenemez; aynı zamanda hukukun üstünlüğü, azınlık haklarının korunması ve ifade özgürlüğünün güvence altına alınması ile anlam kazanır. Aşırı sağın yükselişi bu değerlerin her birine saldırmaktadır. Bu nedenle toplumsal direncin artırılması, sivil toplumun güçlendirilmesi ve eğitim yoluyla eleştirel düşünme kültürünün yaygınlaştırılması en önemli karşı stratejilerdir.

Ayrıca uluslararası iş birliği mekanizmalarının da güçlendirilmesi gerekmektedir. Avrupa Konseyi, Birleşmiş Milletler ve ulusüstü insan hakları rejimleri, aşırı sağın sınır aşan örgütlenmelerine karşı kolektif yanıtlar geliştirmek zorundadır. Nitekim radikal ırkçılığın dijital ortamda yayılma hızı, ulusal politikaların ötesinde bir koordinasyonu zorunlu kılmaktadır.

 

Sonuç: Küresel Bir Mücadele

Aşırı sağ, popülizm ve radikal ırkçılık, küreselleşmenin yarattığı kırılmaları istismar ederek büyüyen bir siyasal tehdittir. Bu tehdit yalnızca belirli ülkelerin iç meselesi değildir; aksine, insanlık değerlerini hedef alan küresel bir meydan okumadır. Demokrasi, insan hakları ve eşitlik idealleri, bu meydan okumaya karşı kararlı bir şekilde savunulmadığı takdirde 21. yüzyıl otoriter milliyetçiliklerin ve radikal ırkçılığın karanlığına gömülebilir.

Bu nedenle aşırı sağın nefret politikalarına karşı güçlü bir entelektüel ve siyasal mücadele zorunludur. Bilimsel analiz, kamusal bilinç ve küresel dayanışma, radikal ırkçılığın yükselişine verilecek en etkili cevaptır. Aksi hâlde, popülizmin dar ufkunda insanlığın ortak geleceği yitirilme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır.

img

Doç. Dr.
LEVENT ERSİN ORALLI