Teknolojik Sekülerleşme
Bilim ve teknolojideki hızlı gelişimin bir sonucu olarak yaşantımız her yeni gün daha da teknolojik bir hale gelmekte ve geçmişte kullandığımız hemen her şey teknolojik muadiliyle değiştirilmektedir.
Yeni neslin garipsediği ahizeli telefonların yerini yüz tanıma teknolojileriyle donatılmış dokunmatik ekranlar almış, mektup gibi iletişim araçları ise nostaljik bir anıya dönüşmüştür. Teknolojinin bireyi ve sosyal yapıyı dönüşüme uğrattığı gerçeğinden hareketle sosyal yapının ana bileşenlerinden din kurumunun da bu dönüşümden ziyadesiyle etkileneceği söylenebilir. Bu yazı esas olarak teknoloji ile dinin etkileşim biçimlerine odaklanırken sekülerleşmenin izlerini dijital yaşamda sürmeyi amaçlamaktadır.
Din, bireyin kutsalla olan ilişkisi olarak algılandığında oldukça bireysel bir etkileşimdir. Buna karşın sosyal bir varlık olan insanın diğerleriyle olan ilişkilerini düzenleyen daha normatif bir din tanımı da yapılabilir. Bu açıdan din hem bireysel hem de sosyal etkileşimleri olan ve genellikle insana belirli bir yaşam dizgesi önererek ona kurtuluş vadeden bir olgudur. Tanımlanması güç olsa da dinin yaşantımızdaki etkilerini hemen her coğrafyada hissederiz. Turistik gezilerin çoğu dini bir mekanları (antik tapınak, cami, kilise vb.) kapsar veya şehirlerin merkezi bölgelerinde mutlaka bir ibadethane bulunur.
Tarihsel olarak birey ve toplum yaşamında başat rolde olan din, tarım toplumunun temel ihtiyaçlarını karşılayıp kamu düzenini koruma adına önemli bir iktidar aygıtı haline gelmiştir. Dinin birey ve grupları kontrol etmedeki ayrıcalıklı üstünlüğünü fark eden yöneticiler zamanla dini argümanları kamusal düzeni sağlama noktasında genişleterek dine dayalı bir devlet düzeni oluşturdular. Bu devlette gücün kaynağını kutsallar oluştururken, yöneticilerin verdikleri kararların çoğu ilahi bir zemine oturtuluyordu. Zamanla bu yönetim biçimi farklı tahakküm mekanizmalarını işe koşarak insanların yaşamını sınırlayan otoriter bir güce evirilirken din de özellikle Batı’da bir baskı aracı olarak tescillendi. Rönesans sonrası gelişen Reform hareketleriyle dinin bu otoriter kimliği kırılsa da temel ayrışma rasyonel aklın öncelendiği aydınlanma ve mutlak monarşilerin ortaya çıktığı dönemdir. Aydınlanma sonrası din, kurumsal kimliğinden sıyrılarak daha bireysel bir alana çekilirken; bilimsel gelişmeleri takip eden teknolojik değişim, endüstriyel kapitalizmin yeni formu olan dijital gözetime evrilmiş ve modernleşme sürecinde artan kentleşme geleneksel dini yapının bozunmasının önünü açmıştır. Batı’da başlayan din tartışmaları, kamusal alanın dinden özgürleştirilmesine yönelik genel bir uygulamaya dönüştü ve Orta Çağ’ın baskın din anlayışı kendini daha silik ve periferiye itilmiş bir dini tasavvura bıraktı. Kısaca özetlenen bu süreç, sekülerleşme literatüründe uzunca ele alınır. Sekülerleşme tartışmalarında odaklanılan nokta dini bir siyaset aygıtı haline getirdiğinizde yaşanılması muhtemel etkileşimdir.
Sekülerleşme, en basit şekliyle dinin kamusal alandaki görünürlüğünün silikleşmesidir. Kamusal alana yön veren dini muhtevanın önemini yitirerek geçmişte var olan güçlü etkileşimleri yineleme yetisinin kaybolduğuna yönelik tartışmalar, sekülerleşme teorisi kapsamında incelenir. Teori kapsamında ibadethanelere gitme sıklığı, çocuk isimlerinin dini terimlerden ayrıştırılması, ibadethanelerin şehir merkezlerinden uzaklaştırılması gibi pratikler sekülerleşmenin kanıtları olarak sunulur. Ancak seküler etkileşim teknolojinin, özellikle dijital iletişim araçlarının gelişimi ve yaygın kullanımıyla daha da belirginleşir. Bu noktada teknolojik sekülerleşme olarak kavramsallaştırılabilecek bir olgudan bahsetmek gerekir. Buna göre teknoloji birçok alanda yaşamımıza girerek bir yandan işlerimizi kolaylaştırırken öte yandan bizim kutsalla olan etkileşimimizi de sınırlar. Örneğin çamaşır makinesi kullanan ev hanımları, makinenin kendilerine sağladığı zaman tasarrufunu dinle ilgili yaşantılara ayırabilir; aksine ev kadınlarının bu avantajı sosyal medya veya televizyon karşısında geçirip dini etkileşimlerden uzaklaşabilirler de.
Dijitalleşme insana yeni bir gerçeklik alanı sunarak onu dünyanın tüm iktidar ilişkilerinden azat edip adına “Gözetim Kapitalizmi” denilen kendine has yeni iktidar alanı oluşturur. Yeni pazarda ticareti yapılan şey insana ait bilgi olup çevrimiçi her hareketimiz izlenip kaydedilir ve satılabilir forma sokulur. Meta haline gelen insanın kim olduğu ve ne yaptığı hakkında daha çok bilgi sahibi oldukça gelecekteki olası davranış kalıplarımız öngörülebilir hale gelir. Bu öngörülebilirlik manipülatif etkileşimin önünü açar ve kolaylıkla kontrol edilip yönlendirilebilen kitleler oluşturulur. Özellikle genç nesil için çevrimiçi bağlantının ana unsur olduğu bir dünya yarattık. Bu jenerasyonun içinde olduğu iletişim ve kültür tamamen manipülasyondan oluşuyor. Kolaylıkla yönlendirilebilir kitleler için gerçeklik, beğeni ve paylaşılma sıklığı ile arkadaş ve etkileşim sayısından ibaret. Bu dar kapsam içine sıkışan insanlar, tarım toplumunun geleneksel yapısına göre kurgulanmış din gibi sosyal olgulardan uzaklaşarak dijital gözetim habitusunun içinde konumlanıyor. Geçmiş toplumlar için geçerli olan dini bilgi ve pratiklerin yerini dijital toplum içindeki sosyal etkileşimlere bıraktıkça din kurumu bu yeni durumla başa çıkamayarak kendini merkezden öteye itekleyerek görünürlüğünü daha da azaltıyor.
Gözetim kapitalizminin ana unsurlarından olan ikna teknolojisi, birinin davranışlarını değiştirmek için işe koşulan algoritmalardır. Değiştirilmek istenen davranış karşı yönde argümanlarla tetiklenip harekete geçirilerek ters tepki oluşturulur. Örneğin bireyin günlük dini pratiklerini değiştirmek istediğinizde bunun yerine beğeni odaklı yeni değerleri öne çıkarıp onu sürekli bildiri yağmuruna tutarak dikkatini dağıtırsınız. Zamanla telefona gelen mesajlara odaklanan ve yapay zekâ algoritmasının kendisi için önerdiği içeriğe gömülen insan, dini pratiklere eskisi kadar önem vermez hale gelecektir. Sosyal medyanın bu denli yoğun kullanıldığı İslam coğrafyasında görselliğin ve bedene ilginin artması ve dijital pazarda tanıtılan kozmetik ürünlerin yüksek satış rakamlarına ulaşması, teknolojik sekülerleşme örneği olarak verilebilir. Birey İslam’ın önerdiği şekilde yaşamına devam etse de sosyal medyada beğeni almak için bedenini veya en mahrem yaşantısını görünebilir yapmakta, bu ise dinde var olan mahremiyet olgusunun silikleşerek seküler bir form kazanmasına neden olmaktadır.
Özellikle cep telefonlarının ana unsur olduğu dijital toplumda ekran kullanım süresi arttıkça gerçek yaşamla kurulan bağ zayıflamaya başlar. Aynı evin içinde olan bireyler dahi iletişimi cep telefonu üzerinden yapmaya başladığında aile etkileşimleri kopar ve bireyler birbirlerinden daha uzak, bireysel bir alana hapsolur. Sosyal medyanın manipülatif içeriklerinden oluşan gerçekliği doğru kabul edip bu dar alanda etkileşmeye başlarız; tavşan deliğine bir kez düşüp bize sunulan içerikler içinde kaybolmaya başladığımızda artık hiçbir şey eskisi gibi olmamaya başlar. Sahte profiller oluşturup zamanımızın çoğunu diğerlerini takibe harcadıkça dünyadan koparız, kişilik bölünmeleri yaşar ve dinin bize önerdiği sade yaşantıdan giderek uzaklaşır veya dine ait hemen her şeyi yaşam alanımızın dışına iteriz. Bu durum tam da teknolojik sekülerleşme denilen olguya işaret eder.
Sosyal medya kullanımının arttığı toplumlarda gözlemlenen teknoloji bağımlılıkları, ideolojik ve dinsel kutuplaşmalar, radikalleşme, şiddete meyletme gibi durumların altında herkes için yaratılan özel gerçeklik alanları yatar. Bu özel gerçeklik alanında size, yapay zekâ tarafından manipülatif şekilde önerilen içerikler sunularak zamanla görüşleriniz ve yaşam biçiminiz değiştirilerek daha uç bir noktada konumlanmanız sağlanır. İnsanların gerçek isimlerini gizleyerek anonim bir şekilde paylaşım yaptığı sosyal medya platformlarında bu uç durum aleni şekilde hissedilir. Bu mecralarda eleştiri yerine linç kültürü hakimdir ve bir düşünceyi imha etmek için bilinçli olarak çalışan trol orduları gibi sosyal gruplar bulunur. Özellikle dinle ilgili söylemlerin bu trollerce itibarsızlaştırıldığı, din adamlarının radikal söylem ve olumsuz yaşantılarının öne çıkarılarak toplum vicdanında yargılandığı linç pratikleri, teknolojik sekülerleşmenin belirteçleri arasındadır.
Teknolojik sekülerleşmenin izleri yalnızca sosyal medyada değil, dijital oyunlarda da gözlenmektedir. İkna teknolojisi kullanılarak oyunlar içine gizlenmiş pek çok din dışı, dini kötüleyen veya İslamofobik içerik söz konusudur. Ayrıca mitolojik unsurların öne çıkarılarak politeist anlayışın ve bazı durumlarda Batı’da artan yeni maneviyatçılığın öne çıkarıldığı; alternatif mitoloji yaratarak dini anlatının dışına çıkıldığı, dinlerdeki tanrı tasavvurlarının yerine paganik öğelerle bezeli yaratıcı fikrinin yerleştirildiği görülür. Pek çok oyun dine ait kutsalları farklı formlarda kullanarak bunları profanize etmektedir. Bu ise oyuncuların kutsalla olan ilişkisini etkileyerek onları şüpheye sevk edebilmektedir. Şüphe durumu ise bireyi dinin anlam alanında uzaklaştırarak farklı inançlara veya inançsızlığa kaymasında ise başat roldedir.
Teknolojik sekülerleşmenin etkileri yalnızca sosyal medya veya dijital oyunlar değil, gündelik yaşam içinde de billurlaşmaktadır. Örneğin geçmişte dini bayramlarda yapılan aile ziyaretlerinin yerini kısa veya sesli mesajlar veya görüntülü görüşmeler almıştır. İnsanlar dinin önerdiği yakınlık ve diğeriyle yüz yüze etkileşim içine girmektense sosyal mesafeyi tercih etmiştir. Bu durum aleni bir sekülerleşme göstergesidir. Dahası dini bayramların bir tatil fırsatı haline gelmesi ile hayvan kurban etme yerine bağış kampanyalarının öne çıkması gibi durumlar seküler dönüşümü belirler. Ancak anılan örnekler teknolojik sekülerleşmeyi değil, teknoloji kullanarak sekülerleşmeyi betimlemektedir. Dijital pazarlarda artan muhafazakâr tüketim ile sosyal medyada artan ve dini kullanarak rant elde eden muhafazakâr “influencer”ların da bu kapsamda değerlendirilmesi uygundur. Ayrıca sosyal medyada din adamlarının kurduğu video kanalları ile çeşitli dini grupların oluşturduğu dini içerikler, zaman zaman toplum genelinde tepkilere neden olduğu bilinmektedir. Özellikle geçmişte var olan kölelik veya ekonomik olgulara ilişkin dini görüşlerin günümüzde yaşanan bir gerçeklikmişçesine sunulması, toplumun bir kesiminde kabul görürken diğerlerini dinden uzaklaştırabilmektedir.
Sosyal medyada iletişimin kolaylaşıp anonim kimliklerin artması, dinin karşı çıktığı eşcinsellik ve zina gibi ilişki biçimlerinin de toplumsal alanda artmasına neden olmuştur. Zina gibi dini pratiğe aykırı davranışların teknoloji kullanılarak meşrulaşması sekülerleşme kapsamında ele alınabilirken; LGBT+ grupların sosyal medyada görünürlük kazanması, bu tür ilişkilerin sıradanlaşmasının önünü açar. Ancak burada yüceltilen olgu LGBT’den ziyade teknoloji destekli bireyselleşmedir. İkna teknolojisi gibi manipülatif yöntemler kullanılarak sosyal alandan yalıtılan insan bireysel alana çekilmekte, sosyal alanın belirleyicilerinden olan din ise ‘ait olmadan inanma’ gibi seküler inanç biçimleriyle dönüşüme uğratılmaktadır. Teknolojik sekülerleşmenin ana belirleyicisi, dinin sanal ortamdaki görünürlük ve bireyi etkileme gücünün azalmasıdır. Bu anlamda teknoloji destekli bireyselleşme, dünyevileşme olarak tanımlanmaya çalışılan seküler karakterin görünür hali olup insanın dinin anlam alanından ayrışıp kendini sosyal medya, dijital oyunlar veya sanal alışverişe yöneltmesiyle karakterize edilir.
Sosyal medya aracılığıyla genç kitlelere ulaşan kimi “Youtuber” ve “influencer”ların dönüştürücü ve manipüle edici etkisi azımsanmayacak düzeydedir. Özellikle pandemi sürecinde görünürlük kazanan ve etkisi giderek artan bu azınlık, kitleleri kutuplaştırarak çoğu ideolojik ve dini vurgulu içeriklerle bireysel yaşantıyı önceleyen içerikler üretmektedir. Dinin bilgi ve pratiklerine hâkim olmayan ancak dindarların veya din adamlarının inanç-eylem tutarsızlıklarına odaklanan kimi “influencer”ların farklı güdülerle kendi izleyicisini etkilediği ve dinin bu kitlelerdeki etkisini bilinçli olarak azaltmaya çalıştığı bilinmektedir. Teknoloji kullanarak manipüle edilen kitleler sosyal alandan uzaklaşarak bireysel alana hapsolmakta, kendisi gibi düşünmeyenleri ötekileştirip ayrıştırarak sosyal kutuplaşmaya yol açmakta ve yaşamlarından dini pratikleri çıkararak din dışı bir alanda konumlanmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki sekülerleşme dinsizleşme değil, dinin kamusal görünürlüğünün silikleşmesidir. Burada anılan dini kutuplaşma ise teknolojik sekülerleşmenin belirteçleri arasında olup dinin hoşgörüye dayalı ve aykırı kitleleri birleştirici doğasına aykırı bir durumu billurlaştırmaktadır.
Dijital alanda yalıtılan insan hem algoritmanın oluşturduğu manipülatif etkileşim hem de diğer insanlarca üretilen içeriklerden etkilenerek din dışı bir lokasyona yönelebilir. Ancak son dönem özellikle Batı’da artan aşırı sağcı, İslamofobik ve radikal dini görüşlerin sosyal medyada yaygınlık kazanmasıyla tüm dünyada yaşanan ideolojik ve dini kutuplaşma, bir desekülerleşme belirtisi olsa da bu durum zamanla modern yaşamın bireyi dinden uzaklaştırıcı etkileşimlerine yenik düşecektir. Çünkü modernite, endüstriyel kapitalizmin gerektirdiği tüketim toplumunu sürdürmek ister ve insanı geçmişin dini pratiklerine sıkıştıran yaşantıyı geçersiz kılıp bireyin sahte özgürlüğüne vurgu yaparak onu seküler bireyselleşmeye yönlendirir. Böylesi bir misyon üstlenen modernitenin son dönemlerde en önemli aygıtı olan dijitalleşme, sekülerleşmenin ayrıcalıklı destekçisidir. Bu noktada dine ait kutsalların tüketilebilir meta haline getirilip profanlaşması veya dini kimliklerin değersizleştirilip itibarsızlaştırılması söz konusudur. Bu tür bir etkileşimin önüne geçilmesi için kimi dini çevrelerde kanonik önlemler alınmaya çalışılsa da yaşanan bu süreç sosyal değişimin sonucu olup yeni ve farklı bir çağın habercisidir. Teknolojiyle ivmelenen yeni çağda din, nostaljik bir deneyim olmaya aday iken, dini bilgi varlığını zihinlerde sürdürecek ancak dini pratiklerin kamusal görünümü giderek azalacaktır.
Teknolojinin kötü tarafı hemen her sosyal olgu gibi din için de varoluşsal bir tehdittir. Din gibi değişime dirençli ve yeniliklere kolay uyum sağlayamayan olguların teknoloji destekli manipülatif sosyal etkileşimlere başa çıkması, bunları geriye çevirmesi veya karşı argüman üretmesi oldukça zor bir girişimdir. Yalan haberin, gerçeğine oranla altı kat hızlı yayıldığı, özgürlük adına mahrem alanın tarumar edildiği, cinsiyetsizleşme ve bireyselleşmenin başat değer olarak sunulduğu bir dijital dünya içinde, giderek silikleşip önemini yitiren din gibi kurumların bozunum sürecine karşı koyması ise neredeyse imkânsızdır. Teknoloji karşısında her geçen gün zayıflayan dini bilgi ve pratikler ile geleneksel değerlerin yerini daha seküler yaşam biçimi ve evrensel etik değerler alırken; globalleşen dünyada kitleleri bir arada tutan din gibi yapılar giderek zayıflamaktadır. Aydınlanma, sanayileşme ve moderniteyle başlayan ve geri döndürülemez bir etkileşim olan sekülerleşme, teknoloji destekli dijitalleşmeyle kendine yeni ve güçlü bir araç edinmiş ve bunu kullanarak toplumu derinden etkilemiştir. Teknolojik sekülerleşme karşısında toplum artık kendini iyileştirmekten aciz ve bir grup teknokratın yönlendirdiği dijital bir “Frankenstein”dan ibarettir.