Dini Nedenle İşlenen Ayrımcılık Suçu

Sekülerlik, laiklikten farklı bir kavramdır. Sekülerlik, merkezinde hümanizmin olduğu, dini ve etnik ayrımcılıktan uzak ve bu farklılıklara saygı duyan bir yaklaşımdır.

Bu nedenle de dine ve dini değerlere mesafeli ve karşı olmak değil saygılı olmak esastır. Ulusal ve uluslararası sözleşmeler ve ceza düzenlemeleri ile de sekülerliğin ve eşitliğin sağlanması ve korunmasına çalışılmaktadır.

Yakın tarihimiz, dini nedenlerden kaynaklı birçok olayla, uyuşmazlıklarla ve hadiselerle doludur. Bunlar, karşılıklı sözlü atışmalardan Madımak Olayı ve 28 Şubat gibi büyük ve derin etkiler bırakan olaylara kadar uzanmaktadır. 

Bu olayların suça dönüşenleri için Türk Ceza Kanunu’nda farklı düzenlemeler yapılmıştır. Örneğin bir kişinin yaşam hakkına yönelik bir ihlal söz konusu olursa TCK’nın 77. Maddesinde yer alan İnsanlığa Karşı Suçlar kapsamında ceza verilmektedir. 

Dini nedenle ayrımcılığa maruz kalma sadece fiziki ve psikolojik yollarla olmamaktadır. Bazen de ekonomik yollarla ayrımcılık söz konusu olmaktadır. Bu şekilde gerçekleştirilebilen ayrımcılık suçu TCK’nın 122. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre din veya mezhep farklılığına dayalı nefret nedeniyle; bir kişiye kamuya arz edilmiş olan bir taşınır veya taşınmaz malın satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini ya da bir kişinin kamuya arz edilmiş olan belli bir hizmetten yararlanmasını, bir kişinin işe alınmasını veya olağan bir ekonomik etkinlikte bulunmasını engelleyen kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Böylece insanlar arasında ayrım yapılması engellenerek kişilerin hukuken geçerli hak ve özgürlüklerden keyfi olarak yoksun bırakılması engellenmek istenmiştir (Yargıtay 18. C.D, 30.03.2016 tarih, 2015/26353 E. ve 2016/6373 K.)

Maddenin ilk halinde suçun başlığı sadece “Ayırımcılık Suçu” iken 02.03.2014 tarihinde çıkarılan 6529 sayılı kanunun 15. maddesi ile “Nefret ve Ayırımcılık” olarak değiştirilmiştir. Böylece TCK madde 122’nin madde gerekçesinde nefret suçu hedefin mağdurdan öte mağdurun üyesi olduğu sosyal grup olduğu belirtilmiştir. Ancak ne TCK 122. maddede ne de TCK’nın diğer maddelerinde nefret ve ayrımcılığın tanımı yapılmamıştır. 

TDK’ya göre nefret “Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu” olarak tanımlanmaktadır. Yargıtay’ın da esas aldığı Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) tanımına göre nefret suçu ise mağdurun gerçek veya aidiyet hissedilen ırk, ulusal veya etnik köken, dil, renk, din, cinsiyet, yaş, zihinsel veya fiziksel engellilik, cinsel yönelim ya da diğer benzer faktörler nedeniyle seçildiği veya bu faktörler nedeniyle seçilen kişilere veya mülke işlenen bir suçtur. Mağdurun veya mülkün seçimi, benzer özelliklere sahip bir grubun gerçek veya algılanan bağlantısına, bağlılığına, üyeliğine, desteğine veya aidiyetine dayalı olabilir. Bu suçun oluşabilmesi için failin, mağdurun mensubiyetine karşı önyargıyla hareket ederek TCK’da suç olarak düzenlenen eylemi gerçekleştirmesi gerekir. TCK madde 122 ise önyargı saikiyle değil, nefret saikiyle hareket ederek ayrımcılık suçunu düzenlemektedir. Bu nedenle de maddenin uygulanmasında önyargıya değil nefret saiki olup olmadığına bakılmaktadır.

Nefret ve ayırımcılık suçunun olabilmesi için maddi unsur olarak 4 farklı seçimlik hareket öngörülmüştür. Bunlar taşınır veya taşınmaz bir malın satışını, devrini veya kiraya verilmesini engelleme, kamuya arz edilmiş bir hizmetten yararlanmayı engelleme, bir kişinin işe alınmasını engelleme ve bir kişinin olağan bir ekonomik faaliyet yapmasını engellemektir. Bu 4 seçimlik hareket dışındaki durumlar nefret saikiyle gerçekleştirilse bile bu suç oluşmayacaktır. Örneğin ateist birinin, o kişinin inancına olan nefreti nedeniyle Müslüman birinin aracını yakması durumunda nefret ve ayırımcılık suçu oluşmayacaktır. 

Dini nedenle işlenen nefret ve ayırımcılık suçunun olabilmesi için manevi unsur ise nefret unsurudur. Failin genel kastla hareket etmesi değil dini nedene dayalı nefret saikinden kaynaklanan özel kast bu suçun oluşması için şarttır. Örneğin borç mevzusundan kaynaklı bir nefret duygusuyla hareket ederek Yahudi dinine mensup olan mağdurun işyerini ateşe veren kimse nefret ve ayrımcılık suçunu işlemiş olmayacaktır.

Nefret gibi soyut ve subjektif bir unsurun ispatı oldukça zordur. Nitekim uygulamada da bu suça ilişkin soruşturmaların genellikle kovuşturmaya yer olmadığı (takipsizlik) kararıyla ve kovuşturmaların ise beraatle sonuçlandığı görülmektedir. 2

BM İnsan hakları Evrensel Beyannamesi 2. madde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 14. madde ve Anayasanın 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkesinin güvence altına alınması ve korunması amacıyla TCK’da düzenlenen nefret ve ayırımcılık suçunun hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında ispat edilemediği için takipsizlik ve beraatle sonuçlanması eşitlik ilkesinin etkili bir şekilde korunmadığını göstermektedir. Bu nedenle nefret ve ayırımcılık suçu açısından etkili bir soruşturma ve kovuşturma süreci işletilmesi son derece elzemdir. Aksi halde merkezinde hümanizm düşüncesinin ve farklı dini ve etnik gruplara saygının yer aldığı sekülerliğin sekteye uğraması söz konusu olacaktır.

Dipnot

1 İlyas Bozkurt, “Türkiyenin Tek Çıkış Yolu: Cumhuriyet, Demokrasi, Hukukun Üstünlüğü ve Seküler Laikliktir!”, Erişim tarihi: 21.11.2023, https://www.youtube.com/watch?v=M2KerlQsT8w

2 “Dosyamız incelendiğinde; sanığın üzerine atılı kişiler arasında ayırımcılık yapma suçunu işlediğine dair dosyada katılanın soyut beyanları dışında başka bir delil bulunmamakla birlikte, katılanın konuşmaları esnasında orada olduğunu söylediği sanığın şoförü olan tanığın beyanlarında böyle bir konuşma olmadığını, katılanın kendisini emniyette teşhis edemediğini söylediği, bu nedenle sanığın müsnet suçtan mahkumiyetine yeterli, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden sanığın beraatine karar verilmiştir.” (Yargıtay 4. CD, 19.12.2012 tarih, 2012/25278 E., 2012/30932 K.)


img

Uzman
BARIŞ EŞMELİ