Sekülerleşme ve Din Olgusunun İlişkisi
Teknik anlamı itibariyle sekülerizm, sekülarizm ve de sekülerite denilen olgu, ‘toplumda dinî ve ruhanî meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması’ yönündeki hareketin adıdır. Diğer anlamı itibariyle ‘dünyacılık’ olan bu kabul, dinsel olgudan ziyade, dinsel sunumlara olan itiraz kümesidir diyebiliriz.
O yüzden de zaman içinde merkeze taşınan bu yaklaşım ‘din merkezli veyahut dinî öğedeki sosyal, hukukî ve siyasî anlamda tayin edici olan bir yaklaşımı reddeden’ tarzın kendisidir demek durumundayız. Böylelikle, sosyal, hukukî ve de siyasî tercihlerin dinden değil, beşer kazanımından besleyen seküler yaklaşım, devlet kanunlarının dinsel yapı ve de kurumlarla olan ilişkisinden uzak durmayı da merkeze almakta gibidir.
Esasında, sıradan insanların dahi pek çoğunun merakını celbetmeyen yaklaşım olan seküler kabulün ortaya çıktığı ilk süreç, “Hak Din” kavramıyla olan mücadele değil, sunulan kurumsal din algısının tartışmaya açık olduğu zamanlardır. Bu sebeple, sunulana itiraz eden seküler tutumun merkeze aldığı ilk yaklaşım, Kilise ve Havra ulemasının sunduğu dinsel yaklaşımın gereksizliği hatta geçersizliğidir. O yüzden de daha işin başında itiraz edilen şey Yüce Tanrı’nın katkısı değil, onun adına konuştuğunu söyleyen kişi ve kurumların algısıdır demek lazımdır.
Gariptir ki, dinsel yapı denilen hak din olan İslâm’ın da köken anlamında seküler tutumdan uzak durduğu söylenemez. Buna göre, din denilen katkının beşer için merkeze aldığı ana yapı, onun üreteceği her basamağın sağlıklı olup olmadığına dair katkı vermesidir. Adeta ‘sizin işiniz size’ diyen bir durumdan bahsedilmektedir. Olası pratiğin insana katkı sunan dinsel ilkelerle çatışmadığı her süreçte öne alınan ve desteklenen bu kazanımdır diyebiliriz.
Din denilen olgunun insan için olasılık değerlendirme süreci olduğu unutulmamalıdır. Bu sebeple, insanın ürettiği her şey, dinin ana ilkeleriyle uyuşup uyuşmadığına bakılabilir. Yoksa dindar kesim denilen grubun adeta dinleştirdiği kabullerden bahsedilemez. Zaman içinde din olgusuna değil, dinsel kabullere itiraz eden insanın geldiği aşama bu olsa gerektir.
Din ve insanın hatta toplumun olası ilişkisinde ana ilkelerden yana duran kurumun tevhidi öneri olduğu bilinmelidir. O yüzden de ‘aracılık’ formuna itirazla başlayan seküler tavrın, zaman içinde olası kolaylıktan yana durarak dinsel gereklilikten de uzaklaştığı kuşkusuzdur.
Oysaki insan ve toplum bağlamında gerekli olan alanın, bireysel sahayı sistematize eden ve adına ‘din’ denilen ‘kurumsal dokunuş’ olduğu unutulmamalıdır. İnsana yardım eden bu yapının, ona yol gösteren katkı mesabesinde işler olduğundan da uzak durulmamalıdır. Ancak, gelişen ve değişen zaman içinde olası hakkı kendisinde gören dindar kesimlerin muhatap alınan insanı devre dışına alarak, yalnızca kendilerini muhatap edindikleri de açıkça izlenebilmektedir.
Tanrısal yakınlıktan söz eden bu yapının zaman içinde ‘tanrısal dokunuş’ ve de ‘ilâhi katkı’ olan dinsel sunumu değiştirdiğinden de emin kalınmalıdır. İnsanı doğrudan muhatap alan Yüce Allah’ın gerekli gördüğü ilişkinin bu tarz yüzünden devre dışına alınıp, yalnızca grupçu yakınlığa kapı araladığı da açıkça görülmektedir. Gelinen bu aşamanın ise, din denilen olgunun hem amacına hem de pratiğine olan negatif katkıdır diyebiliriz.
Sekülerleşme denilen ‘kolaycılık’ eğiliminin sunulandan uzak durmakla, olması gerekeni de devre dışına aldığı ortada durmaktadır. Ayrıca, gelinen bu aşamanın; öneri, katkı, uyarı/eleştiri ve de karşılık yani ödül ve ceza şeklinde işlevsel kılınan dinsel sunumları kökten devre dışına aldığı bir adımdan beslendiği de şüphesizidir. Hâlbuki insan denilen donanımlı varlıktan beklenen asıl şey, sunulanın öğrenilmesi sonrasında üretilenin/uydurulanın tanımlanması işidir demek lazımdır. Ne yazık ki seküler tutumdan beslenenlerin bu gereklilikten değil, kendilerini haklı çıkaran kolaylıktan beslendiği de yakinen görülebilmektedir.
Zaman içinde değişen dinsel bildirimlerin ‘ideolojik kabul’ ve ‘yanlış pratik’ seçeneğine indirgendiği açıkça görülmektedir. Bu şekliyledir ki gönderilen din ile üretilen dindarlıkların tespiti daha işin başında eleştirel tutum tarzından yana duran seküler tarzın edimi olmalıdır. Böylelikle, ‘olumsuz beslenim’ kazanımından yola çıkan dindarlık sunumlarının tespiti yapılarak, adeta Hak Din’in merkeze aldığı tutumun işler olacağından da emin kalınmalıdır. Görülen durumun ise, atılması gereken bu adımdan ziyade, gerekli sistemin merkez dışına alındığını haber verdiği de kuşkusuzdur.
Yaşanan zaman zarfında akredite edilen seküler tarzın ‘model itirazı’ seçeneğini merkeze alarak, akıl eden insana önerilen ‘dinsel kabule’ yakın durmadığı da her dem görülmektedir. Bu sebeple, seküler yaklaşımın beslendiği husus olan ‘geçersiz dinsel olgu’ denilen itiraz kümesinin, kendini hiç ederek ‘geçerli dinsel olgu’ seçeneğinin farkına varmayı merkez dışına aldığı da kuşkusuzudur. Onun yalnızca karşı koyuş ve de ezbercilikten beslendiği bilinen bu tavrının insanı besleyen ana seçenek değil, gerekli beslenimden uzak duran sorumsuz kabullerden teşekkül ettiği de şüphesizdir. Oysaki insan denilen donanımlı varlığın bu gibi seçeneklerin farkında olması, ardından da beşer nezdinde gerekenin yanında durma tavrı daha işin başında merkeze taşınan varlık olan insandan beklenen asıl vazifedir demek durumundayız.
İlk insandan beri merkeze alınan dinsel olgunun, insanı değerli kılan irade sayesinde yeterince merkeze taşındığından da uzak durulmamalıdır. Tıpkı bunun gibi gelişen zaman içinde beşer denilen etkin varlığın yeni dinsellikleri zorunlu hale getirdiği de kuşkusuzdur. O yüzden de daha ilk adımda muhatap alınan insanın bu iki durum hakkında sağlıklı eliminasyon yapması beklenmektedir. Belki de dünden kalan yanlışın geçersiz olduğunun farkında olan insan, doğruluğu açıkça ortada olan dinsel kazanımlar için bugün için gerekli, yarın için de geçerli olan bir aşamaya varılması beklenmelidir. Atılan her üç adımın da ideal formunda işler kılınması sonrasında sekülerizm denilen yapının kökten reddiyeye değil, olası gerekliliğe yakın duracağından da emin olabileceğiz.
Bugün için tanıdık olan tavrın hem din denilen yaklaşımların hem de seküler denilen tavrın pek çok gerekli adımdan uzak durduğunu bilmemiz gerekmektedir. Kanaatimizce, akıl eden insan için daha ilk adımda yanlış olan seçenek, olması gereken kabule yapılan tümden reddetme seçeneğidir diyebiliriz. İster maddî/pratik sahada olsun, isterse de manevi/duygusal planda gerçekleşsin, dinsel sunum denilen önerilerin, insan denilen muhatabı beslediğinden şüphe edilmemesi lazımdır. Eğer ki seküler yaklaşımın dediğine göre uzun zamandır böyle bir eksiklik hissediliyorsa açıkça bilinsin ki, zaman içinde gelinen bu aşama din sunumundan değil dindarlık kabullerinden beslenmektedir. Bu yüzden de sekülerizmin merkeze taşıdığı itiraz kümesinin dine değil, sunulan dindarlık algılarına olduğu da açıkça görülebilecektir.
Sekülerleşme denilen beşer tavrının itiraz kümesine alarak, alan daraltmasına hatta dışlanma alanının genişliğine kapı araladığı tutum, yaşamsal aktiviteye dokunan ‘dinsel gereksizlik’ olduğu açıkça ortadadır diyebiliriz. Bu açıdandır ki beşer nezdinde kolaylıkla gelinen bu aşamanın; olması gerekenden değil, sunulandan beslenen bir itiraz kümesine yol verdiği de sıklıkla görülmektedir. O yüzden de ‘olası gereklilik’ seçeneğinden uzak duran bu algının ilk yapması gereken şey itiraz kümesinin haklılığının yeniden ele alınmasıdır demek lazımdır. Bize göre, yalnızca ‘sunulanı eleştiren’ seküler yapı, kısmen de olsa son derece haklı olmak şartıyla ‘olandan uzak durma’ kabulüyle, bir o kadar da yanlış bir tavırdan beslenmekte gibidir.
Gelinen bu aşamada daha da açık edilmelidir ki, insanı merkeze taşıyan iradesel yeteneğin yanında, donanım sahibi olan insanı merkeze alan Yüce Tanrı’nın ona sunduğu en değerli katkı, ‘dinsel bildirim’ sunumudur demek lazımdır. İnsanı merkeze taşıyan bu yetenek, onun besin değeri hükmündeki kazanımlarıyla uyumlu işlediği de kuşkusuzdur. Bu sebeple, dünya üzerinde ‘dinsel katkı’ üzerinden yaşanan hayatın ana gerekliliği, adeta kilometre taşı mesabesinde olan ‘tanrısal bildirim’ ve de ‘ilâhî uyarı’ hatta ‘önerilen katkı’ seçenekleridir diyebiliriz.
İşin farkında olma adına yol alan bizlere göre, yaşanan hayatın akreditasyonuna katkı sunan bu dokunuş, asla ve kat’a insan denilen varlığın pozisyonuna halel getirmediğini açıkça bildirmektedir. O yüzden de yaratılan dünyanın yalnızca insan için halk edilmesi onun kapasitesine olan güvenden kaynaklanmaktadır denilmesi de her dem gerekmektedir.
Tıpkı bunun gibi hem bazı dinsel sunumların hem de buna karşı yol alan seküler tutumun eksikliği olan asıl şey, din ve dindarlık seçeneklerinin farkına varılmasıdır. Peşinden de denilen sunumların beşer yaşamında dikkate alınması elzem olan uyarı kümesidir diyebiliriz. Böylelikle, yalnızca dünya hayatı için gerekli olan dokunuşun dinsel sunum olması, bu dünyadan kazanılacak olan şeylerin öte dünya, yani “Ahiret” seçeneğindeki aktivitesinden bahsetmektedir demek lazımdır. Bu şekliyledir ki insanı merkeze alan dinsel hatırlatmanın sadece dünya üzerinde aktifleşeceği bu sebeple de diğer alanlarda bu aktivitenin kazanımlarından beslenileceği kuşkusuzdur.
O yüzden de Yüce Allah tarafından muhatap alınan insan nezdinde ‘gerekli sunum’ olan tevhit dininden beslenme ile zaman içinde bazı kesimlerce ‘sunulan dindarlık’ olgusundan beslenim tavrını ayırabilen yaklaşımın, kökten reddiyeye yakın duran ‘seküler tarz’ değil, işin farkında olması gereken ‘seküler yaklaşım’ olması gerekmektedir demek elzemdir. Akıl eden insan nezdinde kolaylıkla gelinecek olan bu aşamanın ise, etkin varlık olan insandan beklenilen ‘en doğru tutum’ olacağından kuşku duyulmaması da gereklidir diyebiliriz.
Netice olarak denilmelidir ki beşer nezdinde merkeze alınan seküler tutumun ‘dinsel gereksizlik’ yaklaşımına değil, bazı kesimlerce devreye alınan ‘sunulan yanlış’ seçeneğine odaklanması gerekmektedir. Bu şekliyle, uzun süredir olası pratiklerden bahseden tutumun ‘din’ değil, ‘dinsel kabul’ olduğundan yana durması da akıl eden birey nezdinde her daim lazım olan bir tavırdır diyebiliriz. Ayrıca, ‘dindarlık’ denilen kazanımların ‘insana gönderilen din’ seçeneğinden mi, yoksa ‘insanın ürettiği olası yaşanmışlık’ tavrından mı beslendiğinden haberdar kalınması da elzem gözükmektedir.