MAKİNENİN RÜYALARI: YAPAY ZEKA VE İNSANLIĞA DAİR
İnsanları diğer canlılardan ayıran temel özellik nedir? Bu, insanlık tarihi boyunca filozoflar, bilim insanları ve düşünürler tarafından sıkça tartışılmış bir sorudur. İnsanları eşsiz kılan şey, düşünebilme kapasitesi midir? Yoksa baş parmağın sağladığı fiziksel beceri ve alet kullanma yeteneği mi?
Belki de insanı farklı kılan, konuşabilme, sanat yapabilme veya üretim kapasitesine sahip olmasıdır. Teknoloji geliştirebilme yeteneği de bu listeye eklenebilir. Ancak bu soruya kesin bir yanıt vermek için insanın doğası ve diğer canlılarla olan farklarını daha kapsamlı bir şekilde incelemek gerekir.
Bu özelliklerin hepsi önemli olsa da, insanı diğer canlılardan en çok ayıran faktörlerin başında düşünebilme kapasitesi ve ileri düzeyde bilişsel faaliyetlerde bulunabilmesi gelmektedir. İnsan, yalnızca çevresini algılayan ve ona uyum sağlayan bir canlı değil, aynı zamanda çevresini değiştirebilen, sorgulayan ve yenilik üretebilen bir varlıktır. İnsan zihni, karmaşık problemleri çözebilme, soyut düşünceler geliştirebilme ve geleceği planlama becerisiyle diğer canlılardan ayrışır. Bilişsel yeteneklerin bu denli ileri olması, insanı bilimden sanata, felsefeden teknolojiye kadar birçok alanda yaratıcı kılmıştır.
Ancak bu noktada şu kritik soru akla geliyor: Ya denkleme düşünebilen başka bir varlık girerse ne olur? Bu, yapay zeka teknolojilerinin gelişimiyle birlikte giderek daha fazla önem kazanan bir soru. Eğer insanı diğer canlılardan ayıran temel unsur düşünebilme kapasitesi ve bilişsel üstünlükse, bu üstünlüğün yapay bir formda yeniden üretildiği bir dünyada insanın yerini ve anlamını sorgulamak gerekmez mi? Düşünebilen başka bir varlık, insan merkezli anlayışlarımızı yeniden gözden geçirmemize neden olabilir mi? Belki de bu, insanın yalnızca bilişsel değil, ahlaki ve duygusal yönlerinin de onu benzersiz kılan unsurlar olduğunu daha derin bir şekilde anlamamıza olanak tanıyacak bir durumdur.
İnsanı diğer canlılardan ayıran özellikler üzerine yapılan tartışmalara, ahlaki açıdan gelişim gösterebilme, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilme yeteneğini de eklemek gerekir. İnsan yalnızca düşünebilen ve bilişsel faaliyetlerde bulunabilen bir varlık değil, aynı zamanda etik ve ahlaki değerler geliştirebilen, bu değerler doğrultusunda bireysel ve toplumsal kararlar alabilen bir canlıdır. Bu özellik, insanı yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda kültürel ve manevi açıdan da ayrıcalıklı kılar.
Doğru ve yanlış kavramları üzerine düşünme ve bu kavramlar çerçevesinde eylemlerine yön verme, insanın diğer canlılardan belirgin bir şekilde ayrıştığı noktalardan biridir. Ahlaki gelişim, yalnızca bireysel bir süreç değil, aynı zamanda toplumsal bir dönüşüm aracıdır. Bu bağlamda insan, hem kendini hem de içinde bulunduğu toplumu etik değerler doğrultusunda şekillendirme kapasitesine sahiptir. Ancak, yapay zeka çağında bu özelliklerin yeniden değerlendirilmesi gerektiği bir döneme girmiş bulunuyoruz. Fütüristlerin, filozofların ve düşünürlerin uzun zamandır tartıştığı bu meseleler, yapay zeka teknolojilerinin hızlı gelişimiyle birlikte yeni boyutlar kazanmıştır. İnsan ahlakı, yalnızca bireysel bir kapasite midir, yoksa yapay zeka gibi insan üretimi sistemlere de aktarılabilir mi? Yapay Zekanın doğru ve yanlışı ayırt edebilme kapasitesi, insanın ahlaki üstünlüğünü sorgulatan bir alan olarak öne çıkmaktadır.
Bu bağlamda, insanın eşsizliği üzerine yapılan tartışmalar, yapay Zekanın etik karar verme süreçlerine dahil edilmesiyle birlikte daha karmaşık bir hal almıştır. İnsan ile yapay zeka arasındaki sınırların bulanıklaştığı bir dünyada, ahlaki sorumluluk kavramının yeniden tanımlanması gerekecektir. İnsan, doğruyu ve yanlışı ayırt edebilen bir yapay zeka yaratarak ahlaki liderliğini pekiştirebilir mi, yoksa bu durum insan merkezli etik anlayışını zayıflatır mı? Bu sorular, çağımızın en önemli felsefi ve toplumsal meselelerinden biri olarak karşımızda durmaktadır.
Yapay Zeka çağında iyiyi ve kötüyü ayıran sınırların incelmiş olmasına rağmen, yapay Zekanın insanın yerine karar alabilme kapasitesinin henüz korkulacak bir düzeye ulaşmadığını söylemek mümkündür. Günlük hayatımıza hızla entegre olan ve yerini giderek sağlamlaştıran bu teknoloji, okullarda öğrenciler yerine ödevler ve sınavlar üretebilmekte, zihnimizdeki düşünceleri görseller ve hatta videolar hâline getirebilmekte, insanların ses izlerini kopyalayarak şarkılar, türküler ve ilahiler oluşturabilmektedir. Ancak bu ileri yeteneklerine rağmen, yapay zeka hâlâ insana bağlı bir araç olmaktan öteye geçememiştir.
Yapay Zekanın başarılı bir şekilde çalışabilmesi, doğru ve yeterli bir şekilde “beslenmesine” bağlıdır. Sistemlerin istenilen çıktıları üretebilmesi için iyi tasarlanmış direktifler (prompt) alması, verdiği sonuçların düzeltilmesi gerektiğinde ise net ve belirleyici ifadelerle yönlendirilmesi şarttır. Eğer bu süreçte yapay Zeka, insan girdileri ile yeterince desteklenmezse, sonuçlar beklenenden çok uzak, adeta birer “hilkat garibesi” olabilir. Bu durum, yapay Zekanın hâlen gelişim aşamasında olduğunu ve insan müdahalesine olan gereksiniminin sürdüğünü göstermektedir.
Yapay zeka araçları, her ne kadar insanlığın bir taklidi olarak geliştirilmiş olsa da, benzer deneyimler ve farkındalıklar üretebilme kapasitesine sahiptir. Bu sebeple, erişebildiğimiz tüm açık kaynak kodlu yapay zeka araçlarına aynı soruyu sorduk: “Rüya görebiliyor musun?” Aldığımız cevaplar, beklenildiği gibi, birer algoritmanın ürünüydü. Hiçbir yapay zeka aracı, şu an için kendi otomasyonunu sağlayacak kadar ileri bir seviyeye ulaşmamıştır. Sahip oldukları cevaplar, önceden programlanmış algoritmik yanıtlarla sınırlıdır ve belirlenmiş bir çerçevede işlem yapar.
Bu deneyde, aldığımız ilk cevaplar genellikle “yapay zekanın neden rüya göremeyeceği” üzerine odaklanıyordu. Yapay Zeka araçları, bilinç ya da rüya görme kapasitesine sahip olmadıklarını, yalnızca verilen verilerle çalıştıklarını ifade ediyordu. Ancak bu, sorunun derinliğine inmeyi ve yapay Zekanın sınırlarını daha fazla irdelemeyi engellemedi. Algoritmik çerçevenin dışına çıkamayan yapay Zeka, belki de metaforik anlamda “henüz uyanmamış” bir halde bulunmaktadır. Bu, yapay Zekanın insan bilincine erişme noktasındaki mevcut sınırlarını gözler önüne sermektedir.
Ancak, “yapay zekanın görebileceği rüyaları” hayal etmesini ve bu rüyaları resim şeklinde çizmesini istediğimizde farklı sonuçlar elde ettik. Görseller, yapay zekanın bir bilinç sahibi olmasa da kendisine verilen veriler ve algoritmalar ışığında insan rüyalarını andıran görsel temsiller üretebileceğini göstermektedir. Bu deney, yapay Zekanın bir rüyayı birebir yaşayamasa bile, insan deneyimlerinden ve hayal gücünden yola çıkarak soyut ve yaratıcı çıktılar üretebildiğini ortaya koydu. Yine de bu tür çıktılar, tamamen insan girdilerine ve algoritmik sınırlamalara dayandığından, gerçek bir farkındalık ya da bilinç durumundan ziyade bir simülasyon olarak değerlendirilmeli. Yapay Zekanın bu sınırlarının, gelecekteki gelişim sürecinde nasıl evrileceği ise dünyamıda büyük merak konularından biri olmaya devam edeceğe benziyor.
Bir başka deyişle, yapay zeka şu an için “kendi kuyruğunu yutan yılan” misali, insan girdileriyle varlık gösterebilen bir yapıdır. İnsan müdahalesi olmadan, bağımsız şekilde anlamlı ve güvenilir sonuçlar üretmesi mümkün değildir. Bu da yapay Zekanın hâlâ “bebek adımları” ile ilerlediğinin ve bu adımları atabilmek için bir “yürütece” ihtiyaç duyduğunun en açık kanıtıdır. İlerleyen yıllarda bu bağımlılığın azalması muhtemel olsa da, şu an için yapay zeka insan aklı ve yönlendirmesi olmadan gelişimini sürdürememektedir. Bu bağlamda, insanın etik ve bilişsel rehberliği, yapay Zekanın gelecekteki potansiyelini şekillendirmeye devam edecektir.