CUMHURİYETİN 100. YILINDA TÜRKİYE
Türkiye'nin geçmişten bugüne ekonomik ve sosyal dönüşümünün ve özellikle son yüzyıllık birikiminin ve değişen dünya düzenindeki yerinin incelenmesi, ülkenin geleceğe yön verme stratejilerini belirlemede kritik bir öneme sahip olacaktır.
Çünkü Türkiye’nin bu tarihsel mirası ve geçmişteki başarıları, gelecekteki hedeflerin belirlenmesinde bir rehber olarak kullanılacaktır.
Şanlı Ecdad’ın müteselsilen bize intikal ettirdiği bu vatanda ve 2000 yılı aşkın kopuksuz bir şekilde devam eden devlet deneyimine ilaveten yüzüncü yılını henüz tamamlamış genç cumhuriyetin kurucusu Gazi M. Kemal Atatürk’ün de belirlediği gibi; ülkeyi güçlü, bağımsız ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir geleceğe taşıma konusundaki kararlılık da bu rehber doğrultusunda gerçekleşecektir.
Gazi M. Kemal Atatürk’ün 1. İktisat Kongresi’nde ortaya koyduğu vizyon, bugün de gelişimimizin merkezinde yer almaktadır. O dönemdeki ekonomik bağımsızlık hedefi olarak ‘tam bağımsız bir ekonomi modeli’ tanımlanmış ve bu amaç bir ideal olarak günümüze kadar gelmiştir. Ancak bu idealin gerçekleştirilebildiğini söylemek tabi ki mümkün değildir. Bu ideale ulaşmada Türkiye’nin daha çok mesafeler kaydetmesi gerekmektedir.
Evet, geçmişten ders ve ilham alarak geleceğe yön verme ilkesiyle baktığımızda Türkiye’nin son 30 yılda aldığı mesafeyi inceleyerek bir durum analizi yapmak ve geleceğe yönelik projeksiyonda bulunmak mümkün olacaktır. Bu bağlamda Türkiye’nin son 30 yıllık ekonomi verilerini ve sosyal gelişmişlik indekslerini baz alınarak Türkiye’nin geçmiş 30 yılı hakkında bir analiz ve buradan yola çıkarak geleceğe dair bir projeksiyon yapmaya çalışacağız.
Türkiye’nin Finansal Görünümü
Ekonomik performans, bir ülkenin kalkınma düzeyini ve vatandaşlarının refahını belirleyen temel faktörlerden biridir. Türkiye’nin de ekonomik performans tabloları bu anlamda son derece önemlidir.
Tablo 1'e baktığımızda her bir satırın Türkiye ekonomisinin finansal yapısını ve son 30 yıllık performansını görebiliriz. Bu bilgiler içerisinde en önde geleni GSYH verileridir.
Bu bağlamda, 1980’den 2022’e kadar olan süreçte GSYH’nin büyük bir artış gösterdiğini gözlemlemekteyiz. 1980 yılında 68,82 milyar dolar olan GSYH, 2022 yılında 906 milyar dolara ulaşmıştır. Ancak bu büyüme, kişi başına düşen GSYH artışıyla doğru orantılı değildir. 1980’de 1.561 dolar olan kişi başına GSYH, 2022’te 10,621 dolara yükselmiş, bu da ekonomik büyümenin nüfus artışıyla tam bir denge içinde olmadığını göstermektedir.
Türkiye, 2022 yılı itibariyle Dünya’nın 19. büyük ekonomisi olarak konumlanmıştır. Ancak Türkiye’nin ekonomik büyümesine rağmen, Dünya sıralamasındaki yerinin neden devamlı olarak gerilediği sorgulanması gerekir.
Ayrıca büyüyen Türkiye ekonomisine karşın, kişi başına düşen refah düzeyinde beklenen gelişmenin gerçekleşmemesi, ülkedeki gelir dağılımının adaletli bir yapıdan uzak olduğuna işaret etmektedir. Yapılan güncel çalışmalar, özellikle son dönemlerde Türkiye’nin orta gelir seviyesindeki nüfusun ekonomik büyümeden aldığı payın daralırken, yüksek gelir grubunun bu büyümeden aldığı payın orantısız bir şekilde artış gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, Türkiye’de bir orta sınıf erozyonunun yaşandığına dair önemli bir gösterge olarak değerlendirilebilir.
Türkiye, bütçe dengesi açısından 1990’ların sonlarından itibaren zorlu bir dönem yaşamıştır. 2000 yılına gelindiğinde, bütçe açığının GSYH’ye oranı %10’a yükselmiş ve bu durum büyük bir borç krizine yol açmıştır. Ancak 2003 yılından sonra Bankacılık Kanununda değişiklikler ve yeni ekonomi politikaları sayesinde bütçe açıkları azaltılmış ve %1 düzeyine gerilemiştir.
Türkiye 2010 yılında 41,32 milyar TL olan bütçe açığı son üç yılda artış göstermiştir. 2022 yılı itibariyle Türkiye’nin bütçe açığı 139 milyar TL olmuştur. Bu bütçe açığı GSYH’nın %1’ine eşittir.
Bu gelişmeler, Türkiye’nin bütçe yönetimi ve mali politikalarının önemini vurgulamaktadır. Sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için bütçe dengesi ve açıkların kontrol altında tutulması gerekmektedir.
Enflasyon verilerine baktığımızda Türkiye’nin oranlarındaki dalgalanma da Türkiye ekonomisinin karşı karşıya kaldığı enflasyonist baskıları ve para politikasındaki zorlukları gözler önüne sermektedir. 2022 yılındaki %64,27’lik enflasyon oranı, makroekonomik istikrarın ne kadar zorlandığını işaret etmektedir. İşsizlik oranları ise değişken bir tablo çizmekle birlikte, özellikle genç işsizliği ve kadın istihdamındaki sorunlar kaygı vericidir.
Türkiye’nin dış borç ve cari açık rakamları, ülkenin dışa bağımlı bir ekonomik yapıya sahip olduğunu ve döviz kuru dalgalanmalarından ciddi şekilde etkilenebileceğini göstermektedir. 2022 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin dış borç stoku 459 milyar dolar olarak kaydedilmiştir. Bu borcun içinde kamunun dış borç stoku ise 113,6 milyar doları bulmaktadır.
Türkiye’nin kredi temerrüt swap (CDS) primleri, ülkenin borç ödeme kapasitesine yönelik piyasa algısının bir göstergesi olarak kabul edilebilir. 2010 yılında 142 seviyesinde ölçülen Türkiye’nin CDS primi, 2022 yılı itibarıyla 506 puana yükselmiştir. Kredi riski değerlendirme kriterlerine göre, 300 puana eşit veya bu değerin üzerindeki CDS primlerine sahip ülkeler, yüksek kredi geri ödeme riski taşıyan ülkeler olarak sınıflandırılmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye’nin son dönemdeki CDS primi artışı, borç yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki endişelerin arttığını ve kredi geri ödeme riski taşıyan ülkeler kategorisine girdiğini göstermektedir.
Ekonomik veriler, Türkiye’nin son yıllarda karşılaştığı ekonomik sıkıntıları ve yapısal zorlukları ayrıntılı bir şekilde yansıtmaktadır. Yüksek enflasyon oranları, dalgalanan işsizlik oranları, artan dış borç ve cari açık, Türkiye’nin makroekonomik istikrarını sağlama konusunda önemli zorluklar oluşturmaktadır. Bu zorlukların üstesinden gelmek için dikkatli ekonomik politika ve reformlar gerekecektir.
Gelişmişlik Yolculuğunda Neredeyiz?
İktisadi kalkınmanın yanı sıra sosyal göstergeler de bir ülkenin gelişmişlik seviyesinin belirlenmesinde hayati öneme sahiptir. İnsani Gelişme Endeksi (İGE), Hukukun Üstünlüğü, Yolsuzluk Algı Endeksi ve Küresel Cinsiyet Uçurumu gibi endeksler, Türkiye’nin dünya sahnesindeki konumunu ve iç dinamiklerinin güçlü ya da zayıf yönlerini ortaya koyar.
Dünya Gelişmişlik Endeksi verilerine göre, Türkiye’nin kalkınma düzeyinin büyümesine rağmen hala gelişmiş ülkeler arasında geride kaldığını söyleyebiliriz. Bu veriler, Türkiye’nin ekonomik açıdan büyüdüğünü ancak yeterince kalkınamadığına işaret etmektedir.
İnsani Gelişme Endeksi (İGE) açısından 2022 itibarıyla 54. sıraya yükselmiş olması olumlu bir gelişme olsa da; aynı zamanda Türkiye'nin ekonomik pozisyonu ile İnsani Gelişme Endeksi'nde gösterilen konumu arasında ki uyumsuzluğu göstermektedir. Türkiye, ekonomik olarak Dünya’nın 19. büyük ekonomisi olmasına rağmen İnsani Gelişme Endeksi’nde daha alt sıralarda yer alması, iktisadi ve sosyal kalkınma hamlelerinin yeterince gerçekleştirilmediğini göstermektedir.
Hukukun üstünlüğü ve yolsuzluk algısı gibi alanlara baktığımızda ise Türkiye’de yapısal reformlara acil ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi ve şeffaflığın artırılması, ekonomik istikrarsızlıkların azaltılmasına yardımcı olacaktır.
Yine yatırım odaklı mali endekslere baktığımızda Türkiye bütçe şeffaflığı endeksinde Dünya’da 46. Sırada yer alırken, rekabet sıralaması endeksinde Dünya’da 61. Sıradadır. Bu da göstermektedir ki yabancı yatırımların bir ülke ekonomisinin büyümesi için önem arz ettiği günümüzde, firmaların ülke hakkında karar verdiği alanlarda şeffaflaşma konusunda önemli adımlar atmamız gerekmektedir.
Ayrıca, eğitimdeki PISA skorları ve cinsiyet eşitliği konularındaki düşük sıralamalar, eğitim alanındaki reformların ve kapsayıcı sosyal politikaların ivedi bir şekilde uygulanması gerektiğini göstermektedir.
Sonuç
Türkiye’nin yüzüncü yılında ekonomik göstergeler ve gelişmişlik endekslerinin titiz bir analizi, ülkenin ekonomik reformlarla sınırlı kalmayıp, hukuk ve sosyal reformlara olan ihtiyacını açıkça ortaya koymaktadır.
Ekonomik zorlukların, yüksek dış borç yükünün ve artan enflasyonun üstesinden gelmek için hukukun üstünlüğü, şeffaf ve hesap verebilir yönetim, eğitimde iyileştirmeler ve cinsiyet eşitliği gibi alanlarda atılacak adımlar hayati öneme sahiptir. Bu, sadece ekonomik bir paradigma değişikliği değil, aynı zamanda demokrasi ve hukukun üstünlüğüne dayanan bir kalkınma modeli benimsemenin, Atatürk’ün belirlediği tam bağımsızlık ve gelişme yolunda ilerlemenin temelini oluşturur.
Bu bağlamda, ne kadar kişisel kimliğimiz ve konumumuzun kendi algımızda önemli olduğunu kabul etsek de uluslararası sahnede ülkemizin imajı ve itibarı, belirtilen verilere göre şekillenir. Dış borcumuzun 475 milyar dolarlık devasa büyüklüğü ve döviz kurlarındaki dalgalanmanın enflasyon üzerindeki belirgin etkisi, son yıllarda Türkiye ekonomisinde birçok sorun yaşandığını göstermektedir. Türkiye’nin ekonomik potansiyeline rağmen bu sorunların etkisiyle ekonomik büyüme hızı ve istikrarı istenilen seviyelerde gerçekleşememektedir. Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz döngüsünden çıkabilmesi ve ekonomik sistemin verimli bir şekilde çalışabilmesi için bir dizi yapısal reformlar yapılması gerekmektedir.
Böyle bir yaklaşım, ekonomik riskleri azaltma, yatırımcı güvenini artırma ve makroekonomik göstergeleri sürdürülebilir bir şekilde iyileştirme kapasitemizi belirleyecektir. Bu strateji, Türkiye’nin gelecek yüz yılını şekillendirirken, uluslararası arenadaki prestijini ve yatırım çekiciliğini yükseltmeye ve vatandaşlarının refahını maksimize etmeye yönelik olmalıdır.