GÜVENLİK VE İSTİHBARAT
Güvenlik ve istihbarat arasındaki ilişki zarf ve mazruf arasındaki ilişki gibidir. Zira güvenliğin hedeflerine istihbarat olmadan ulaşılamaz. Özellikle ulusal güvenliğin anahtar kavramları olan tehditler ve çıkarlar düşünüldüğünde istihbaratın güvenlik için ne kadar elzem olduğu daha da iyi anlaşılabilir.
İstihbarat, kavramsal açıdan haber kelimesi kökünden gelirken, haber ise bir şeyin iç yüzünü iyice bilmek veya birinci elden elde edilen bilgi anlamlarına gelmektedir. Buradan hareketle istihbaratın siyasi makamlara sunmak üzere toplanmış, çözümlenmiş, izlemsel veya taktik içerikli işlenmiş bilgi olduğunu söyleyebiliriz. Bu tanımda öne çıkan iki önemli vurgu istihbaratın politika karar vericiler için sağlanan bir bilgi girişi olması ve bu bilginin ise kaynağından elde edilerek işlenmiş veri haline getirilmesidir.
Güvenliğe tekrar dönecek olursak, ulusal güvenlik kavramının ilk kez ABD’de 1947 yılında çıkartılan Ulusal Güvenlik Yasası (National Security Act) ile siyasal yazına girdiğini görüyoruz. Bu yasanın amacı ulusal güvenliği artırmak için savunma bakanlığı, askeri makamlar ve diğer devlet kurumları arasında koordinasyonu sağlamak olarak tanımlanmıştır.
Bu yasanın girişinde hangi tür istihbaratın ulusal güvenlik için elzem olduğu da tanımlanmıştır. Buna göre yabancı hükumetlerin veya bunların unsurlarının, uluslararası örgütlerin ve özellikle uluslararası terör örgütlerinin niyetleri, yetenekleri ve faaliyetleri güvenlik için ihtiyaç duyulan bilginin içeriğini oluşturur. O halde güvenlik ve istihbarat arasındaki ilişki “niyet, yetenek ve eylem” içeren bilginin toplanıp işlenerek siyasal makamlara sunulmasından ibarettir diyebiliriz. Nitekim 1947 tarihli Ulusal Güvenlik Yasası ile Ulusal Güvenlik Konseyi içinde “Dış İstihbarat Komitesi (Comittee on Foreign Intelligence)” oluşturulmuş, bu komiteye ise istihbarat toplama faaliyetlerinin uygun hedefleri dahil olmak üzere istihbarat faaliyetlerinin yürütülmesine ilişkin politikaların oluşturulması görevi verilmiştir. Yine bu komite “niyet, yetenek ve eylem” içeren istihbari bilginin ulusla güvenlik açısından kategorize edilmesi sorumluluğunu da üstlenmiştir. ABD’de oluşturulan bu yapı bazı farklılıklarla birlikte pek çok devlet için genelleştirilebilir.
İstihbarat örgütlerinin işleyişi, istihbarat sürecinin kendisi ve güvenlik politikalarına dönüşme süreci dikkate alındığında güvenlikle ilişkilendirilmiş bilginin politika karar vericilere ulaştırılmadan önce iki defa işlenme sürecinden geçtiğini söylemek mümkündür. Birincisi istihbaratı toplayan ve bunları raporlayan kişi ya da kurumların bilgi seçici eylemleri, ikincisi ulusal güvenlikle ilişkili karar organlarının bu bilgileri öncelik sırasına tabi tutarak gerçekleştirmiş oldukları sınıflandırıcı bilgi işleme eylemleri. Bu iki önemli bilgi işleme süreci dikkate alındığında ulusal güvenlikle ilgili kararların ve politikaların başarısının bu iki sürecin kalitesiyle yakından ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim istihbarat örgütlerinin ulusal güvenliğe yönelik tehdit oluşturabilecek herhangi bir eylemi önleyebilme konusundaki başarısı ya da başarısızlığı da bilgi toplama ve işleme süreçlerinin koordineli ve nitelikli akışıyla doğrudan ilişkilidir. Yoksa bir istihbarat örgütüne sahip olmanız güvenlik açısından her şey anlamına gelmez.
Güvenlik ve istihbarat arasındaki ilişki incelenirken öne çıkan diğer bir husus yönetsel kararlarınızda istihbari bilginin ağırlığının ve önceliğinin devleti bir “ulusal güvenlik devleti” haline dönüştürme riskidir. Bu risk istihbarata duyduğunuz ihtiyaç nedeniyle devlet kurumları içinde devasa bir yer kaplamaya başlayan istihbarat komplekslerin sayısının ve karar süreci üzerindeki ağırlığının artmasıdır. İstihbarat, güvenlik politikaları için elzem olmakla birlikte istihbarat örgütlerinin yönetsel yapı ve karar süreci üzerinde baskın bir rol oynaması devletin demokratik işleyişi için önemli sakıncalar doğurmaktadır. Zira yönetici seçkinlerin dış dünyaya yönelik algıları ve önceliklerinin bu istihbarat kurumlarını yukarıdan aşağı çalıştıran bir mekanizmaya neden olması gayet mümkündür. Yani ulusal güvenlik açısından objektif çalışması beklenen istihbarat örgütlerinin bilgiyi toplarken seçici davranarak yönetimin arzu ettiği bir dış dünyayı betimlemesi olasılığı oldukça yüksektir. Bu nedenle otoriter yönetimlerin öne çıkan ortak özellikleri istihbaratı toplumun değil yönetimin çıkarları için araçsallaştırmalarıdır ve yine bu nedenle otokratik yönetimlerde istihbarat örgütlerine verilen önemin demokratik ülkelerdekinden oldukça farklı yönlerde olduğunu görüyoruz. Hatta öyle ki bu yönetimler genellikle istihbarat örgütleriyle adeta özdeşleşmiştir. Örneğin Sovyetler Birliği ile KGB, Saddam Hüseyin yönetimi ile Muhaberat’ul Vatani, Suriye ile El Muhaberat, İsrail ile Mossad genellikle birlikte hatıra gelen şeyler haline gelmiştir. Benzer durumları ABD ve İngiltere gibi hegemonik ülkelerde bulunan CIA ve MI6 için de söylemek mümkündür. Bu nedenle istihbarat ve güvenlik arasındaki ilişkinin kendi içinde bazı sakıncalar barındırması sadece otoriter devletlerle sınırlı olmayıp demokratik devletleri de kapsadığını belirtmekte fayda var. Çünkü istihbarat, “güvenlik olgusunun” ya da “güvensizliğin” sosyo-politik inşasında işlevsel ağırlığı en fazla olan önemli bir araçtır. Ayrıca güvenlik konusunun hemen hemen bütün devletler tarafından bir Yüksek Politika (High Politic) olarak görülmesi, yönetsel kararların bir ulusal güvenlik meselesi olarak gizlilik perdesi arkasında kamuoyunun dikkatinden kaçırılması gibi bir sonucu kolaylaştırabiliyor. Bu durumda demokratik devletlerin temel prensipleri olan şeffaflık ve hesap verilebilirlik ile ulusal güvenlik devletlerinin “istisnai durumlar” yaratarak işleyen doğası arasında ciddi bir tezat oluşmaktadır.[2] Örneğin ABD’de Ulusal Güvenlik Konseyi ile eş zamanlı kurulan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA)’nın kuruluş yasası ona teşkilatın personel sayısı, bütçesi ve faaliyetleri ile ilgili konuları kamuoyu ile paylaşamama yetkisi vermektedir. Buna rağmen bütçe görüşmelerinde kamuoyuna yansıyan CIA’in devasa tahsisatı ve geniş personel ağı bu tür yapılanmaları bir “casuslar imparatorluğu” şeklinde niteleyecek kadar rahatsız edici bulunmuştur.[3] Bazı yazarlar da anayasal düzeni korumakla görevli güvenlik ve istihbarat kuruluşlarının şeffafiyet ve denetlenebilirlikten uzak olmaları nedeniyle sahip oldukları istisnai durumu anayasal düzenin mantığına aykırı ve bir paradoks olarak görmektedir.[4]
Güvenlik konusunun devletler için hayati önemi ile güvenlik yapılanmasının gizemli doğası ise gündeme derin devlet tartışmalarını da beraberinde getirmektedir.[5] Çünkü devlet sahip olduğu güç ve yetkiyi toplum adına ve onun temsilcileri yoluyla kullanan bir icra mekanizması iken, bu kadar büyük yetki ve gücün suiistimal edilmesini önlemek için onu sınırlamak, yetkileri birbirini dengeleyecek şekilde yapılandırılmış erkler arasında paylaştırmak demokratik yönetimin en önemli kuralıdır. Oysaki ulusal güvenlikle ilgili yapılar genellikle para-legal ve illegal aktiviteler içine girerler. Faaliyetlerini denetlemek ve sonuçları konusunda hesap sormak ise oldukça zordur.[6]
Demokratik devletlerin anayasaları, devlet yönetiminde ve teşkilatlanmasında suiistimale açık olacak biçimde bir yetki tanımlamasını ve kullanımını kabul etmezken, güvenlik gerekçelerine dayalı olarak oluşturulan kurumların kendi konumlarını ve ayrıcalıklarını kendi kendilerine gerekçelendiren bir anlayışla çalışmaları da anayasal ve demokratik yönetim ilkeleriyle de çelişir. Ayrıca devleti ya da düzeni korumak adına oluşturulan güvenliğe dayalı istisnai gerekçeler, algılanan tehditlerin büyüklüğü veya ciddiyeti ölçüsünde kendi sınırlarını bile zorlayan uygulamalara temel teşkil edebilir. Bu çerçevede güvenlik ve istihbarat arasındaki sıkı ilişkinin aynı zamanda kendi içinde ciddi paradokslar barındırdığı sonucuna ulaşabiliriz. Bu durumun daha iyi anlaşılmasını sağlayacak olan kavram güvenlik çalışmalarında oldukça yaygın bilinen güvenlikleştirme (Securitization) kavramıdır. Güvenlikleştirme normal bir siyasal süreç içinde çözülebilecek sorunun bir güvenlik sorunu olarak etiketlenmesi ve bunun sonucu olarak konunun siyasal alanın dışına çıkartılması anlamına gelir. Böylelikle olağan dışı yöntemler güvenlik gerekçeleri üzerinden haklı ve meşru bir hale getirilebilir.[7] Bu durumda istihbarat örgütleri ve istihbarat faaliyetleri güvenlikleştirmenin en önemli aracıdır. Çünkü güvenlikleştirmenin en önemli aşamaları olsa tehdit algılama aşaması (Threat perception stage) ve söz edimi (speech act) büyük oranda istihbarata dayalı olarak işleyen süreçlerdir. İstihbarat faaliyetleri bu her iki aşamada da seçici, yönelendirici ve ilişkilendirici faktör olarak kilit rol oynar. Böylelikle güvenlik politikalarının hedefi devlet, toplum ve demokratik kurumların korunması gibi referans nesneler olması gerekirken iktidarın sürdürülmesi, seçkin bir grubun çıkarlarının gözetilmesi gibi farklı bir noktalara kolaylıkla savrulabilir.
Başka bir önemli nokta ise istihbarat ve güvenlik arasında kurulan ilişkinin ve bu ilişkinin devlet politikalarına yön vermedeki önceliğinin beklenilenin aksine sonuçlar üretmesidir. Örneğin ABD güvenlik yapılanması tarafından ulusal ve uluslararası planda yürütülen örtülü operasyonlar çoğu zaman devleti zora sokacak sonuçlar üretmiş, tüm dünya nezdinde ABD’nin itibarını zedeleyerek onu her durumda kendisinden öncelikle kuşku duyulan bir devlet haline getirmiştir. Bunun en somut örnekleri üçüncü dünya ülkelerinde yaşanan anti demokratik iktidar değişimleri sırasında gözlemlenmiştir. Mesela CIA’nın Küba’ya karşı yürüttüğü Domuzlar Körfezi Operasyonu, gerek yürütülüş biçimi ve gerekse sonuçları açısından telafisi mümkün olmayan itibar kaybına ve hedeflenenden çok daha farklı sonuçlara neden olmuştur.[8] Yine, Kongo'da Patrice Lumumba'ya yönelik suikast girişiminde CIA’nin yardımları[9] ve ABD’de Martin Luther King’i siyasi olarak yok etme çabalarıyla FBI’ın ilişkisi, çok sayıda siyasi yolsuzluk ya da skandalda Amerikan ulusal ve iç güvenlik bürokrasisinin rolü, “ulusal güvenlik devletlerinde” her şeyin bütünüyle kontrol altında olmadığı veya olamadığının örnekleri olarak tarihe geçmiştir.
Sonuç olarak istihbarat ve güvenlik arasında doğrusal bir ilişki vardır ve bu ilişkinin işleyiş biçimi ve sonuçları bir devlet ya da toplum için faydalar kadar sakıncalar da barındırmaktadır. Nitekim istihbarat faaliyetlerinin doğası ile demokratik devletlerin işleyişi ve ilkeleri arasında da açık bir paradoks bulunduğunu görmek mümkündür. Güvenlik konusunun devletler ve toplumlar için öncelikli ve genellikle hayati öneme sahip olması, güvenlik ve istihbarat arasındaki ilişkinin suiistimal edilmesine de olanak sağlayan bir zemini kendiliğinden ortaya çıkarmaktadır. Bu sakıncalar ile baş edebilmek için istihbarat örgütlerinin demokratik ve hukuksal denetimini sağlamayı, istihbarat faaliyetlerini kısıtlayıcı ve etkisizleştirici bir unsur olarak görmemek gerekir. Zira bu konudaki suiistimaller gizli kalmayıp mutlaka bir şekilde ortaya çıkmakta ve devletlerin itibarlarını zedeleyen, onları her durumda olağan şüpheli hale getiren itibar kırıcı sonuçlara neden olmaktadır. Ayrıca başarısız devletler (failed states) endeksinde yer verilen derin devlet yapılanmasının en önemli müsebbibinin de güvenlik-istihbarat arasındaki ilişkinin suiistimal edilmesinde yattığını hatırda tutmak gerekir.
Neticede sınırları iyi çizilmeyen, kontrol ve denetim altında olmayan istihbarat yapılanması ve faaliyetlerinin güvenlikten çok güvensizlik yarattığı, güvenlik gerekçelerine dayalı olarak istisnai durumlara göre işleyen istihbarat faaliyetlerinin ise kısa vadede pratik faydalar oluştursa bile orta ve uzun vadede kalıcı sorunlara neden olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır.
[1] İnönü Üniversitesi, Stratejik Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü. fikret.birdisli@inonu.edu.tr
[2] Birdişli, Fikret. (2021), “Ulusal Güvenlik Devleti”, Siyaset, Devlet ve Uluslararası İlişkiler, (Ed. Abdullah Torun), Ankara:Gazi Kitapevi
[3] Gellman, Barton; Miller, G. (2013) ‘Black budget’ summary details U.S. spy network’s successes, failures and objectives’, The Washington Post. Available at: https://www.washingtonpost.com/world/national-security/black-budget-summary-details-us-spy-networks-successes-failures-and-objectives/2013/08/29/7e57bb78-10ab-11e3-8cdd-bcdc09410972_story.html. (Erişim tarihi:29.01.2021)
[4] Danner, M. (2011) ‘After September 11: Our State of Exception’, The New York Review. https://www.nybooks.com/articles/2011/10/13/after-september-11-our-state-exception/. (Erişim tarihi: 29.01.2021)
[5] Payne, R. A. (2014) ‘The Dark Knight and the National Security State’, in Images of Terrorism and Counter-Terrorism. Austin
[6] Raskin, M. G. (1976) ‘Democracy Versus the National Security States’, Low and Contemporary Problems, 40(3).
[7] Birdişli, F. (2019) Teori ve Pratikte Uluslararası Güvenlik. 4th edn. Ankara: Seçkin Yayınları.
[8] Craughwell, Thomas J. ;Phelps, M. W. (2008) Failures of the Presidents: From the Whiskey Rebellion and War of 1812 to the Bay of Pigs and War in Iraq. Fair Winds.
[9]Kettle, M. (2000) ‘President “ordered murder” of Congo leader’, The Guardian. https://web.archive.org/web/20190104230103/https://www.theguardian.com/world/2000/aug/10/martinkettle.(Erişim tarihi:31.01.2021)